26 Şub 2009

hüsran..



Gece,
Sokak lambasının ışığı altında
İnceden yağıyor
Yağıyordu, üzerime.

Siyah-beyaz tüyleri birbirine yapışmış
Minik bir kedi
Öyle kimsesiz
Kimsesiz baktı, yüzüme.

Adımların kadar önümdeydin
Tek sözün bitirdiği mesafe kadar.
Ve yeni bir başlangıç kadar uzak
Uzaktı bakışların, seçemedim.

Gece,
Sokak lambasının ışığı altında
Minik bir kedi
Öyle kimsesiz
Kimsesiz kaldı.

Adımlarımın ilerisi sokak
Senin geride bıraktığın boşluk

Demek,
boşlukta debeleniyor
debeleniyor tüm umutlarım.

.

Bildik Bir Öykü / Sondan bir önce :)

Böyle bitmedi tabii ki öykü. Kafasında acabalarla kalan birkaç kişi ve kendim için devam edicem, hızlıca.

Yeni bir dönem başladı benim için…yürümüş olmak için yürüyen amaçsız ayaklar, konuşmak zorunda olduğu için konuşan bir ağızla geçen günler. Öyle sıradan ve sessiz. Çevremdeki herkes derin bir üzüntü ile baktılar bu yeni halime. En çokta annemler.. Hem herkese kızgındım, hem hiç kimseye..En çok kızdığım kendimim aslında.

Üniversite sınavlarına girdim. Annemlerinde çok istediği gibi İzmir’i kazanıp, teyzemlerin yanına gittim. Buralardan uzaklaşmanın bana iyi geleceğini düşündüler. İçimdekiler ve beynimdekiler aynı olduktan sonra, ne önemi var diyordum. Ama haklılarmış. Teyzemler beni çok iyi ağırladılar, evimmiş gibi rahat ettirmeye çalıştırdılar ama yük oluyorum duygusunu daha fazla taşımamak için, yurda geçtim. Asıl macera orada idi. Başka insanlar, yaşamlar, sorunlar, eksiklikler, delilikler, güzellikler derken..kabullendim kendimi ve olanları. Yurt faslıda çok iyi anlaştığım iki kız arkadaşımla ev tutmamızla son buldu.

Biz üçümüz sabit kalarak, pek çok ev arkadaşı değiştirdik. Bulaşık kavgaları, ev temizleme sıraları, yiyecek saklamalar, erkek arkadaş krizleri, kahkahalar, kimi hüzünler, annemleri özlemelerimle geçen 4 senenin sonucunda..Bu alıştığımız ev düzenini bozmayarak, İzmir’de kaldık. Oya ve ben aynı şirkette işe başladık. Füsun’unda birkaç başvurusu oldu, cevap gelmedi. Evimizin kadını o, bize güzel yemekler, sofralar hazırlıyor. Şimdilik yani. Birkaç güne kalmaz söylenmelere başlıyacağını biliyoruz.

O akşam eve girerken, kendimi çok yorgun hissediyordum, hasta gibi. Oya banyoya girdi bense koltuğa kendimi bırakıp

- Füsun, ne yiyicez bugün? diye mutfağa doğru seslendim.

Üzerine domates sosu dökülmüş, koca bir kızartma tabağı ile girerken ki tavrından duymadığını anladım.

- Ne oldu niye bakıyon Seher’im.
- Hiç özlemişim ondan. Sevimli sevimli gülümsedim.
- Aaaa seni bugün biri aradı. Beni mutlaka arasın diye kaç kez tekrarladı, telefonun yanındaki deftere yazdım numarasını.
- Kimmiş ?
- Ali dedi ... diye bağırarak az önce girdiği mutfaktan, bu sefer elinde yemek tabakları ile döndü, yüzüme bakarak.
- Ne oldu Seher ? İyi misin canım, rengin attı birden.
- Yok. Eski bir tanıdık. Uzuzn zamandır, haberleşmediğim. Şaşırdım. Çok eski, çocukluğumdan hem de..

Niye arıyordu beni? Neden soruyordu ki hala? Ne hakla! Sinirden başka bir şey hissetmediğimi anladım o an..

24 Şub 2009

bilmeden..



gri bir sabaha uyandım, dün
alelacele giyinirken,
siyah pantolonumun üzerindeki tozları elimle silkelerken, düşündüm ilk.
özlediğimi, seni.

istanbul'un kar yağmamış semtinde başlayıp,
kaldırımları beyaza boyanmış bir başka semtinde
son buldu yolculuğum,
sivri burun çizmelerimin sebep olduğu
kaymama çabamlarımla.

soğuk bir oda da
kupa da içilen çaya, ısıtsın diye tutunurken
asıl özlemindi yakan, beni.

kalan o tek fotoğrafındaki, gülüşü kattım
yüzümdeki gülüşün içine..
bir-iki kırık dökük söz vardı bir de kalan
ne anlattın
ne söyledin
neydi gerisinde saklanan
okudum.

çantamdaki kitabın,
orta sayfalarında
esas oğlan, esas kıza sarılıp
öperken, alev alev
okudum ya..
öyle okudum.

ve tüm bu özlemin ardından,
kat be kat
sustum sana.

gri bir sabaha uyandım, bugün.

bugün ve yarın da
daha kaç kez özleyeceğim seni,
ben bilmeden..
sen bilmeden..

23 Şub 2009

sade-ce



bir kapı kapanır, ardından
toza karışır, uçar gider gülüşler..
incir çekirdiğini doldurmaz, gözünü -yaşla- dolduran.

**

ortaya konan tabaktan
kaşıklanacak, lezzet tükenir
herkes kalkar gider sofradan.
kuru ekmeğini de, böler
sunarsın sen.

**

sırtını sıvazlarken el
hadi derken
uyduruktan söylenen-söylenmeyen
tüm cümleler,
kalbini kırmaz.
canını yakmaz.

Bugün,
sadece zoruna gider..

21 Şub 2009

Bildik Bir Öykü..

Gece ilerliyordu, müzik, dans, konuşmalara karışan kahkahalarla..Nilgün’le tuvalete giderken, gördüm Ali’yi. Şöyle bir göz ucu ile bakıverip, döndü önüne. Bu kadar yani. Bütün gece için uğraşım, hayallerim..hiç bir anlamı yokmuş. Hali de, üstü başı da bir tuhaftı, aslında.
Masa da daha bir keyifsiz oturuyorum. Sandalyemin dibinde bitiyor, Mehmet.

- hadi gecenin suratsızı sen seçildin, ödül olarakta benimle dans ediceksin.
- ne kadar zarif bir dans teklifi bu efendim, kendimi pek bi önemsedim.

Gülüyor, sıcacık. Siyah bir takım elbise giymiş, içinde maviye yakın bir gömlek, kravat bile takmış. Ali’nin bu akşamki özensiz halinden sonra, beğeni dolu bir bakışı hak ettiğini düşünüyorum. Güzel bir şarkı çalıyor, fonda. “neydi bir arada tutan şey ikimizi, birleştiren neydi ellerimizi. Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi, sevmek bir çok şeyi göze almaktır.”
**
Ağlayanlar, verilen sözler, telefon numaraları, sıkı sarılmalar, kopamamalar, vedalar arasında gece bitiyor. Ayla ile Ali’yi bekliyoruz, eve gitmek için. Mehmet’le Mustafa ortalarına almışlar onu, hararetli bir şeyler konuşuyorlar. Durum sonradan netlik kazanıyor. İçkili bir gece olmamasına rağmen, dışarıdan içeriye getirilenlerden Ali’de bolca tükettiğinden, bizimkiler o halde bizleri eve götürmesini istemedikleri, o da ısrar ettiği için..hafif bir gerginlik yaşanıyor.
**
Arabayı Mehmet kullanıyor, Ali yanında. Ben,Ayla ve Mustafa arkadayız. “Önce seni bırakıp, sonra Ayla’ların siteye gideriz, ordan da biz bir şekilde gideriz eve” diye ısrar ettikleri ve mantıklı geldiği için kabul ettik.
Bizim sokağın başına büyükçe bir kamyon park edilmiş, tekrar aynı yoldan geri gidip, aşağıdaki sokaktan girmemiz lazım ama, zaten Ayla yeterince geç kaldı düşüncesi ile..
- ben burada inip, koşarak giderim Mehmet, dur diyorum.
- Hangisi sizin ev, kızım sokak karanlık. Arabayı kenara alıp, kapıya kadar geliyim. Derken, daha sözü bitmeden Ali kapısını açıp,
- Ben bırakırım, diyor.

Deli gibi seviniyorum. Diğerleri hiç hoşnut olmuyorlar, fark ediyorum.

Yavaşça yürüyoruz yan yana. Oldukça kötü kokuyor ve düzgünde yürüyemiyor aslında. Apartmanın girişinde durup geri dönüyorum, vedalaşmak için.
- Ben istemedim diyor, sarsakça
- Neyi istemedin, sarhoş olmayı mı?

Öylece bakıyor, yüzüme. Cevaplamadan, söz söylemeden, uzun ve boş gözlerle. “Hoşça kal, seni üzmek istemedim” derken dudak kenarımdan öpüyor yine usulca. Bu sefer o bildiğim duygu için, çeviriyorum başımı. Dudaklarımdaki, dudağının tadını yeniden hatırlamak istiyorum…

**

2 hafta dediğin nedir ki? Göz açıp kapayana kadar geçiyor. İçimi o son görüşmemizin anısı ile ısıtıyorum , Ayla’yı düşünmekse sızlatıyor, üzüyor biraz da.
Nişanın yapıldığı gecenin sabahı, telefon çalıyor. Koşarak açıyorum, havadisleri dinliyeceğimi düşünerek. Ayla değil, bir başka arkadaşımız. Ama şimdi hatırlamıyorum, kim?

Konuştuklarını da tam anlamıyorum aslında..Annem o kilitlenmiş halimden ürküp;

- kızım, kim? Birine bir şey mi olmuş ? söylesene diye bakıyor yüzüme.

Başımı iki yana sallayabiliyorum, “hayır” demek ister gibi. Telefon ahizesini yerine bırakıp, yere oturuyorum. Ben bunu biliyordum aslında, neden şaşırıyorum ki? Anlamamış mıydım sanki? Hissetmiştim de işime gelmemişti …Ağlamıyorum bile, kalakalıyorum.

Yaz bitiminde, hafif serinliğin başladığı o güzelim Eylül’ün ilk günlerinde de, havuz başında düğünleri yapılıyor Ali ve Ayla’nın..

20 Şub 2009

umurunda mı?

Perdeleri sonuna kadar açık..
bu onun rahatsızlığı değil.

benim için ? belki..

küfürleri geliyor kulağıma,
duymamazlık üzerimde yeni bir leke.
karşılaşırsak, gözlerim yerde.

bayağılık seçimi ise
bana ne ki?

19 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / (kaçtı unuttum)

Erken geldiğim için Mezuniyet Balosu’nun yapılacağı otelin girişinde, aylak aylak dikiliyorum. Gelen geçen herkes gülümsüyor. Tanımasam da, çoğunluğunda yüz aşinalığı ve bugünün neşesi var ya, gülüyorlar işte. Sınıfta ki birkaç kişi salona doğru geçmek için ısrar ediyor.
“Yok, burada bekliycem.” Diyorum.

Gözlerim yolda. Geliş anını kaçırmamalıyım. Bundan sonrası için, yüzünü göremeyecek olsam bile, böyle hatırlamak istiyorum.

Bir taksi yanaşıyor, babası ile iniyor içinden. Rahatsızlık vermemek için, uzaklaşıyorum biraz. Elimde değil, düşünmemeye çalışsam da..hep aklımda. Onun gözü beni görmüyor, sesimi bile duyduğundan şüpheliyim aslında. Ali’yi o kadar çok seviyor ki, o coşkusu bile hoşuma gidiyor.
Bir gün olsun dönüpte, diyemiyorum “kızım, bu çocuk şımarık bir zengin çocuğu. Züppenin teki.”
Yanlış anlar, biliyorum. Yanlış anlardı yani, artık bir açıklama yapmak içinde çok geç. Kaç kez gördüm, başka kızlarla el ele. Onu üzgün görmemek adına söylemedim, ne büyük hata yapmışım. Bilseydim, çeker kolundan uzaklaştırırdım.

- Mehmet, hadi gelsene oğlum..

Mustafa’nın sesi ile irkiliyorum. Orkestra da bir arkadaşım var diyordu, o şarkıyı biliyorlardır mutlaka. Onu çaldıklarında dans edicem onunla, ilk ve son kez. Seni ben seviyorum dediğimde, anlar mı anlatmak istediklerimi..

**



- Seher, Ayla ile kesin sözleştiniz dimi? Babası bırakıcak gece dönüşte sizi.
- Evet, babacım. Merak etmeyin, biter bitmez “alooo” diyicez. Gelicek babası.
- Tamam, dağıtma sakın.

Öpüp yanaklarından, acele acele salona giriyorum. Kalabalıkta dolaşıyor gözlerim, tanıdık çokta, bizimkileri göremiyorum. Ayla yok henüz. Nilgün’le Fatoş’u görüyorum bir masanın başında. Görmememde mümkün değil hani, şehirlerarası yolculuktan dönen biri gibi el kol hareketleri ile karşılıyorlar beni. İlişiyorum yanlarındaki sandalyeye.

Onlarla etraftakileri çekiştirirken görüyorum Ayla’yı. Suratı beşkarış. Elbisesi çok frapan, annesi zorla mı aldırdı acaba? Ondan mı tadı kaçtı? Nerdeyse koşarak gidiyorum yanına.

- Nerde kaldın arkadaşım, biticekti balo. Gülüyor.
- Aaa tüm eğlenceyi, dedikoduyu sana bırakmazdım. Geldim yine de dimi?
- Neyin var senin? Elbiseye mi taktın?
- O da var tabii. Nişan elbisem canım, annem bunu giymem için bir baskı, bir pres. Hani göndermem bile dedi nerdeyse.
- Ee abartıyorlar ama yaa!
- Kızım abartmak ne kelime, bu değil sonraki hafta nişanım var.
- Çok acele ettiler Ayla. Nişanlını sen tanımadın bile.
- Umurlarında mı sanıyorsun?
- O zamannn, bende bu elbisemi giyerim.
- Seher bir şey söyliycem.
- İzin mi istiyorsun salak, söylesene..
- Aile arasında olucak dedi bizimkiler, arkadaşlar gelmiyecek.

Çok bozuluyorum aslında “olsun, peki” dememe rağmen. Ne hayaller kurmuştuk, neler yapıcaktık demiyorum. Onun da istediği şeyler değil bunlar, biliyorum. Bütün neşem kayboluyor.

- Ayla, Ali’yi göremedim ben. Gelmedi mi acaba?
- Şey, geldi yani aynı araba ile geldik, beraber. Gibi bir şeyler geveliyor.

Boş gözlerle bakıyorum. Anlıyor tabii ki, anlayamadığımı.

- Hani aynı sitede oturuyormuşuz demiştim ya sana.

Evet, bunu hatırlıyorum. Gidemediğim çay davetinde, beni sormak için yanına geldiğinde sohbet etmeye başlamışlardı, laf lafı açtı demişti.

- Biliyorum bunu Ayla!
- Aynı okuldayız diye konuşmuştuk bizimkilerle de, nişanlı kızsın, yalnız göndermeyiz diye tutturdukları için..onunla gönderdiler. Dönüşte de bizi o bırakıcak.

Sonradan düşündükçe, onunla eve birlikte dönücek olma hayali o an beni , o kadar sarmıştı ki ..diğer tüm ayrıntıları görmemeyi seçmiştim. Görmezden gelmek, daha kolay gelmişti belki de…

18 Şub 2009

Aşk'a Yergi / 2



Kötüyü gören gözlerin var
iyiye yormayan.
dilinin en ucundazehirin var
kaç kez baktı / k
tadına ?

seviyorsa, bu şimdidir
yarına verilmiş sözü yok
aşksa
kaç kerelik?
tekrarı yok!

aklına yaz
ister yüreğine..

saatin yelkovanı diğer zamana sıçradığı anda
unutulur ..

ezberi de yok!

.

gün..



hiç ummadığın bir sabah çıkar gelirler
unutmamışsındır
ama beklemezsin,
günün olağanlığında

sesi kulağında yankılanır.
Sıcaklık içine
karınca adımlarıyla yürümeye başlar
özledimi taşırken arkasından..

"gazeteye ilan vericektim seni bulmak için..içimde ukdesin"
dediğinde
kahkahalar karışır, gözyaşına.

ve diğeri..
hüzünlü halini göremesen de,
hissederken.
"seni seviyorum" u sakınmadan
bırakır,
avuçlarının içine
o bir su damlası gibi en saf hali ile..

hiç ummadığın bir sabah çıkar gelirler
gününü aydınlatmak için.

kadınların
o sadece kendine has
özenleri ile..


.

17 Şub 2009

Aşk'a Yergi..



Saçlarının her bir telinde, dolanırken
yüzüne dokunup
bir bahar rüzgarının ılık nefesiyle,
titretirken bedenini.

bir savuruşu var / dı !

Yerle bir olurken sen..

Önce gözünde büyüttün
sonra yüreğinde.

16 Şub 2009

Bildik Bir Öykü'nün devamı..


Odamdaki dolabın, boy aynası önünde, bir ileri bir geri adımlar şekilde kendimi süzüyorum. Yandan nasıl görüyorum? Karşıdan..otururken eteklerimin duruşu. Evet, elbiseye onay verdim. Daha bir kaç gün öncesinde, annemle çarşı ve tüm pasajları dolaşıp bunu almaya karar verdik aslında.
Keten, kemik rengi bir elbise, ince askılı. Üzerinde su yeşili çiçek desenleri var. Bel ve üst kısmı bedene yapışıyor, kalçadan itibaren hafifçe bollaşıp aşağıya doğru kloş bir etek havasına bürünüyor. Belki de kimilerine göre, sıradan bir günlük giysi. Ama benim için, diğer aksesuarlarla tamamladıktan sonra, şahane bir gece elbisesi.

Topuklu ayakkabılarımı da giyip, birkaç turda böyle yürüyorum. Krem rengi hafif sallanır ince küpe ve inci kolyelerde takılıyor. Bir tek saçlarımda kararsızım. Bir yukarıda topuz yapıyorum, bir açıyorum. Örsem mi? Yok daha neler lise mezuniyet balosuna, ilkokul çocuğu havasında gitmekte bana yakışır.
Annem sesleniyor
– Seherrr, hadi baban taksiyi çağırıcam geç kalıcak diyor.
- Yaaa tamam, keyfimden bekletmiyorum herhalde!
Kapı açılıyor, önce annemin..sonra arkasından gelen babamın şaşkın bakışlarıyla.
- vay vay küçük çirkin ördeğimiz, nihayet açılmış saçılmış.
Utanıyorum. Evdekilerden daha doğrusu birilerinden böyle sözler duymaya alışkın olmayan ben, ne yapacağımı bilemiyorum.
Babam yardımcı olmak ister gibi yanıma geliyor. Saçlarımı tarar gibi düzeltiyor eli ile.
Yanlardan saçlarımı, kollarımın çıplaklığına doğru çekip ;
- böyle kalsın..şal gibi örter hem, utanmazsın diyor gülümseyerek.
Bunu duymamla, bir düş içerisinde ışık hızı ile odamdan, Ali’nin yanına gitmem bir oluyor. Ağır bir müzik çalıyor fonda, en yakınımda duruyor. Elleri ile saçlarımı okşarken, kulağıma fısıldıyor. “ipek bir şal gibi saçların sevgilim” Evet, sevgilim diyor bana.

Gerçekmiş gibi mutlu oluyorum, bunun kendini kandırmak olduğunu, o vakitler henüz bilmiyorum ki..

Yine Mahcup Teşekkürlerimle :)


Ödül bahane demiş olsa bile, çiçekler bir bahane değil :) Güzel ve içtenlikle yazılan sözlerin için teşekkür ederim Evren. Seni okumakta benim için ne kadar keyifli, farkındasın. Ve kibarlıktan da yazılmıyor bu sözler, onu da anladığını biliyorum:)
Ve "umur" listesinde olduğum için beenmaya'dan da bu ödül ulaştığı için, ona da teşekkür ederim:) Yazmak-okumak..belki de bunun için güzel..

14 Şub 2009

yalın..



Saçlarımı, taramadan ensemde topladım
gelişigüzel
ve gevşek.
yüzümde pudra yok,
allık yok,
rimel yok.
ruj da yok..

şiirlerim gibiyim, bugün.

dün de böyle idi demeliyim yine de
ve yarın da..

süs'lemiyorum
parıltılarla
ne kendimi
ne şiirimi.

13 Şub 2009

anlam

o adımları boşuna
takip etme..

hepsi sana doğru.

12 Şub 2009

payıma düşen sessizliktir..



yağmur damlaları
akıp gidiyor saçlarımın arasından alnıma
yavaşça süzülüyorlar aşağılara
yüzüme
silmeksizin yürüyorum cümlelerin
üzerine
üzerine..

konuşuyorsun
kelimeler uçuşuyor göğünde..
çağıl çağıl dökülüyorlar

ıslanırken ellerim
gırtlak hizama kadar varınca ses'sizliğim
boğuluyorum.

bir minik tenhaya tırmanıyor gözlerim.
ünlem işaretlerinden korkup kaçıyorum
peşime takılmıyor, virgüller

orada kalıyorum
titriyorum.

yerlere saçılmış
anlamları toparlıyorum bir araya
alelacele..

eğilip fısıldıyorum, aşk diye..
tutuşurken her biri,
birbirlerine sarılıp
tek bir ateş olup, ısıtırken içimi

uzanıyorum
yağmurları üzerime döken buluta.

ne hüzün damlaların!
ne içimi baştan ayağa,
sarsan bu şimşek !

kafa tutuyorum, duyuyor musun ?

hiçbiri senin değil artık, bil.

bir soru işaretinden çengeldir
ardımdan sürükleyen
seni..

benimse
payıma düşen
derin bir ses'sizliktir.

10 Şub 2009

..

gece
uykunun içine sızan
sabahında, anımsamadığın
bir rüya gibi
unut.

unut yüzünü
unut adını

öfkeydi
yakıyordu içini
söndürürken, ateşini
bir kül gibi
savur.

savur küfürünü
..

belki..

ellerim olmayacaktın belki..
kalemimin anlattığı,
tek söz olacaktın.

gözlerim de olmayacaktın elbette..
bakışlarımın değdiği,
göz olacaktın.

sırtında yüklerinle geldin kapıma, buyur edemedim.
hancı değildim
yolcu değildin.

özlemin miydi, düşlerinin içinde bir leyla
bilemedim.

soluk soluğa
bir atın dizginlerinden sıkıca tutup
yanında sürüklemek değildi ki, sevmek.

ellerini birbirine çarptığında
o sadiselik zaman dilimlerinin
arasına sıkıştırıp
sunduğun da, sevda değildi.

bilemedin.

ellerim olmayacaktın belki..
kalemimin anlattığı,
tek söz olurdun.

gözlerim de olmayacaktın elbette..
bakışlarımın değdiği,
göz olurdun.

geçip gitmeseydin..

9 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / 4

Okulların kapanmasına 2 haftadan az bir zaman kaldı. Pek neşem yok. Ayla’nın durumu benden beter. Mezuniyet balomuzun ardından, babası aynı sitede oturdukları, aynı işle uğraştıkları, aynı şehirden olmasa da hemşehriliyiz dediği kendilerinin çok iyi anlaştıkları bir ailenin oğlu ile onu nişanlıyacaklar. İçine kapandıkça kapanıyor, ulaşamıyorum artık.
Odamdayım.
Dikdörtgen minicik bir oda..yatağım, pencereye paralel. Perdenin arkasından bazen sokağı, bazen bulutları, geceleri çokça yıldızları seyrediyorum. Annem evde olmadığı için şu an iyice kendimleyim, sakin bir gün. Gri, kocaman kolonları olan müzik seti diye adlandırılan teybin önünde, yere diz çökmüş olarak oturuyorum. Mustafa’nın verdiği bir kaseti dinliyorum. Aslında bir şarkı da kalakalıyorum. Sözleri etkiliyor.
Kimi vurgun yemiş bir balıkadam gibi oluyorum böyle okurken-dinlerken. Önüme seriyorlar kelimeleri, bazıları atlayıp geçiyor..duymadan. Ben eğiliyorum, tek tek hepsinin üzerinde dolaştıyorum parmaklarımı. Dinliyorum, her harfinin bana ilettiğini..büyüyorlar içimde. Onları kullanmam gerektiğinde de duraklıyorum ki, bu onların içimdeki kıymetinden..
Zeki Müren söylüyor.
“Sen gözlerimde bir renk, Kulaklarımda bir ses, Ve içimde bir nefes, Olarak kalacaksın.” Stop. Sar başa. Play.. ”Sen gözlerimde bir renk…. Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın…” stop.

Zaman su gibi akmasın.
Dursun, şu an.
Şimdi.
Çünkü, bir yarınım yok.

7 Şub 2009

oyunbozan

Ben, sana gardımı aldım
Hayat.

Ama,
canlarımın canını yakarak
Bel altından
Vurma!

6 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / 3

Saat: 9,15

Annemden önce kalkıp, çayı koydum. Kahvaltılıkları hazırlamaya başlıyorum. Tatlı bir şekilde, ikna edici tüm özelliklerimi kullanarak, dün red cevabı aldığım çay davetine gitmeliyim. Git-me-liyim. Mutlakaaa.
Okulda sivri tiplerin düzenlediği, biletleri de muhtelif bir ücretle satılan, bir tür parti bu bahsettiğim çay. Ama gel de anneme anlat bunu..

Saat: 10,06
Çaylarımızı içiyoruz. Hiçte yumuşak bir ifade ile bakmıyor bana. Nasıl başlıycam söze ? ne demeliyim ? Karnım ağırıyor gerginlikten. Ali ile dans edebiliriz, gidersem..

- anne, bizim sınıftakilerin hepsi gidicek. Bir ben olmuycam, Ayla’nınkiler sorun bile yapmamışlar.

- Ben Ayla’nın annesi değilim! Off. Kötü bir başlangıç yaptım.
- Neler geliyor insanların başına, böyle yerlerde.
- Anne, Türk Filmi çekmeye gitmiyorum. Alt tarafı bir çay.

- O tüm duyduklarımızın, yaşanmadığını mı sanıyorsun. Her olayın yaşayan bir tanığı var. Uzatma artık. Gitmiyorsun!

Saat: 11,45

Deli gibi döneliyorum evin içinde. Yok mutlaka gitmeliyim, sakin de değilim artık. Eşyaları fırlatıp atıyorum, kapıları çarpıyorum. Biliyorum sonum hiç iyi olmayacak ama, içimdekine engel olamıyorum.

Odamdayım. Kapıyı kilitledim. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum;

- millet bu yaşına gelmiş, nerelerde fink atıyor..biz kuzu gibi annemizin dizi dibinden ayrılamıyoruz.

- Yeterrrrr. Ardından ayağındaki terliklerden birisi kuvvetlice odamın kapısına çarpıyor.

- Oldu. Siz ne zaman isterseniz, o zaman konuşayım bir dee. Diğer ikincisi de, kapıya çarpıyor.

Devam etmem, ikimiz içinde hiç iyi olmayacak. Susarak, başka bir eyleme geçiyorum.

Saat: 13,34

Beni bekleyip, gitmiştir artık Ayla’lar. Bunun düşüncesi bile, canımı acıtıyor. Odamdan dışarı çıkmama, yemek yememe kararı aldım. Görsünler bakalım, “kızımmm” diye gelirler kapıma.

Saat: 15,55
Ağlamıyorum artık..ama acaip dağıtasım var şu evi.

Saat: 23,00
Uykum geldi. Ama açlıktan uyuyabileceğimi sanmıyorum. Annemin daha güçlü bir iradesi var anladım, takdir mi etmeli şimdi. Yok, çıkıp mutfakta bir şeyler atıştırmalıyım.

Sabah çabuk olsun, Ayla her şeyi, her ince ayrıntıyı noktasız, virgülsüz anlatır bana. Ali’yi görmüş müdür acaba?

Bilmediğim ve asla da bilemiyeceğim kaç ayrıntı yaşanmıştı ki o gün, bensiz ?

5 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / 2 (yani devam ediyor)

Ilık bir Mayıs günü..Ceketimi sırt çantamın askısına sıkıştırmış, ilerliyorum okula doğru. Etek boyları kızlarda biraz daha kısalmış, erkekler ise kravatları bağlamakla-bağlamamak arasında, kafalarına göre takılıyorlar. Lise son sınıf öğrencileri, işyerlerinde stajyerlik yapmaya başladıkları için..okula karşı oldukça gayri ciddiler. Aslında, bu rahatlık ruhu herkeste var, öğretmenlerde dahil.

Kantine girince, görüyorum bizimkileri. Mehmet, beni görünce hafifçe yana kayıyor, oturmam için. Sessiz-sakin halim onda bir koruma içgüdüsü, ağbice bir yakınlık oluşturuyor diye düşünüyorum. Kara kaşlı, yakışıklılığından zerre kadar bahsedilemiyecek birisi. Ama bir havası var ki, yanında tuhaf hissediyorum kendimi. Ses tonu, yumuşacık. Tüm diğer arkadaşlarımızın aksine, konuşurken dikkatli ve kelimeleri seçerek, özenle, sakinlikle anlatıyor. Ceketini çıkarırken, sınıfa girerken hareketlerinde bile kendine has edası var. İçimi ısıtıyor. Bazen diğer sınıfta okuyan, kız arkadaşı da bizim yanımıza geliyor. Ayla ile hemen dedikodularını yapıyoruz, tabii ki. Hiç yakışmıyorlar. Kız hem çok kilolu, hem bayağı büyük duruyor. Bizler yanında, çocuk gibi kalıyoruz. Ve bu çocukluk, uzun yıllar yakamızı bırakmıyacak, henüz bilmiyoruz.
- Hadi kıralım bugün okulu diyor Selim
- Tamam, ne yapalım diye atlıyor Ayla.
- Ben yokum..diyorum
- Sütünü de alalım sana..ha haaaa
- Mustafa gıcıksın, ağbicim.
- Yaa Seher, hadi hadi sen de gellll. Nilgün bir yandan, Emine bir yandan sıkıştırırken, Ayla kulağıma doğru yaklaşıp "Ali’lerin sınıfından mustafa’nın arkadaşları da gelicek" demesi ile “peki” diyorum, sırıtarak.

**

Büyükada’ya giden vapurun, yan tarafındaki oturma yerlerine sıralanıyoruz. Güneş, martılar, kahkahalarımız, uzaktan da olsa yüzünü görebiliyor olmam..çok çok güzel bir gün. Bir yanımda Mehmet oturuyor, diğer tarafımda Ayla tabii ki..
Cebinden bir küçük fotoğraf çıkarıyor Mehmet. Tanıyor gibiyim, şaşkın bakışlarımı görünce açıklama gereği hissediyor.
- Ali’lerle maç yapmıştık ya, geçen gün. Cüzdanında gördüm, “Seher lan bu” diyince, anlattı. Çıkardı verdi, sonra.


Ne işi var benim fotoğrafımın Mehmet’te? Neden veriyorsun ki? Nasıl verebilirsin ki bana sormadan? Pisliksin sen oğlum..yüzüne de tükürmezsem, gör sen!

Hatıra defterlerini keşfettiğimiz, anket defterlerinin ise henüz piyasa çıkmadığı bir dönem. Pembe, bol kalpli bir sayfa ayırıp, yazar mısın diye uzatmıştım, utanarak.Arasına, bir fotoğrafını eklemişti, kaç gece bakmaya doymadığım. “sen de ver” demişti, dünden hazırdım, ben..
Bugün..alelade, başka birine uzatmıştı işte.

**

İçim içime sığmıyor. Öfkeden hiçbir şeyi görmüyorum, kimseyi. Konuşmayalı ne kadar zaman olduğu hiç önemli değil. Bakışlarımdan hissediyor mu acaba, nasıl kızdığımı? Soran bir ifade ile bakıyor yüzüme şapşal.

-Ali konuşabilir miyiz? diyorum. Şaşırıyor.
-tamam, yürüyelim mi şöyle.

Konuşmalarımızı nasıl düşlemiştim halbuki. Nasıl tutucaktı elimi, nasıl sevdiğini söyleyecekti. Laf laf laf…Kızgınlığım, öfkem, sorularım karşısında gayet dimdik.

- yanlış anlamışsın, seni üzmek istemedim
- ben onu sana verdim, sana!
- Mehmet’in bir üzerime yürümediği kaldı. Ne yapsaydım?
- İzin almalıydım diyebilirdin.
- Çok mu kızdın
- Evet!
- Çok mu üzüldün..üzdüm mü seni
- Evetttt ( hafifçe yumuşayarak)

Yaklaştıkça, bedenime doğru..kızgınlığın yerini alan başka bir sıcaklığa bırakıyorum kendimi.
- özür dilerim..yanağıma küçük bir öpücük
Kızardığımı hissediyorum, başımı önüme eğiyorum. Eli ile kaldırıyor tekrar, yüzüne bakamıyorum. Dudağımın kenarından öpüyor, usulca. Sonra..sonra ben mi çevirdim başımı? O mu? Dudaklarıma değiyor, dudakları.
Şimdi şaşırma sırası, ilk kez öpüşen dudaklarımda…

gerçek /3 (feminist'çe)

Hafifçe okşuyorsun başını, gıdığının altını.
Nasıl da mırrr mırrr
Arada sütte veriyorsundur
Belki birkaç yemek artığı..

Ne kadar iyisiniz beyefendi!

İki kelimeyi ardı arkasına sıralamak, size göre değil
Sıradanlıktan sıyrılmakta, acemisiniz.
adınızdan sonrası, yitik.

Duygular, ayrıntıdır takılmayın

Hisler,
gereksiz elbette, büyütmeyin

Peşinde dolanan, kedidir
Peşinde dolandığın, kadın.

Halbuki, siz ne kadar gereksizsiniz !

4 Şub 2009

oyun..

Degişmiyordun..

Tüm hırsımı “m” den çıkardım ben de, kovdum.
Aslında sen kendi bildiğin gibi,

Değişiyordun..

“i” miydi tek fazlalağın, sildim?
Uyarıydı sözüm belki de, anlamalıydın.

Değiş yordun..

Düşerken “ş” bir yamacın üzerinden
Akıpta durulmayan bir nehirdi sevgi,
Hep, 12’den kalbime

Değiyordun..

Aşk kelimesi yabandı / yavandı
“d” nin derinliğinden çekip alıyordum
O ışıltıyı..
yansırken gözlerime
Sen, bakamayıp
başını

Eğiyordun..

3 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / 1

Hızlı adımlarla yürüyordum, çok geç kalmıştım. Yetişmem gereken, halletmem gereken bir sürü ayrıntı vardı..ve vaktim yoktu.

- Seherrr

Adımı duymaktan mı, o’ nun sesinden mi irkildim bilemedim.

- Ali!
- Hayal mi görüyorum dedim, arkama döndüğümde. Ne zaman geldin? Neden hiç aramadın? Mehmet’te geldi mi?
- Yok..ben tek geldim. O İzmir’de, işleri için yani. Ben de…gözlerim dudaklarına takıldı. Dudağımın kenarından öper misin? Usulca..yine yine.

**

Sıska, çelimsiz bir çocuktum. İri kara kara gözlerim, karşımdakine merakla bakarken daha bir çirkinleştirirdi beni. Hep böyle düşündüğüm için, gözlerimi kaçırırdım konuşurken.
Ee bende mahallenin tüm çocukları gibi, gün, geceye dönene kadar sokaktaydım. Her evde ki iki çocuğun, her sokakta ki sonsuz çocuk çığlıklarına dönüştüğü günlerdi. İlk ne zaman görmüştüm onu, nasıl fark etmiştim bilmiyorum. Bizlerin aksine Alamancı (öyle denirdi) çocuğu olmasına yakışan bir düzgünlük vardı, giyiminde. Gök mavisi pantolonlar giyerdi, üzerine beyazın içinden yine o gök mavisinin geçtiği, penye tişörtler. Onu sokağın başında görmek, yanımdan geçerken o saniyelik bakışları yeterdi, kalbimin güm güm atışlarının hızlanmasına.
- Yakar top oynayalım, Gülseren.
- Oynayalım, sakızı hızlı hızlı çiğnerken.
- Ama az kişiyiz?
- Ahmet’lerde oynar, iki grup oluruz.

Bizim sokağın çocuğu değildi, o. Tanıdığı biri varmış, onun yanında heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu, biz konuşurken. Saçları düzeltmek, göz süzmek..nedir bilmezdim ki!

- Oynarım bende..Seher’de, bizden olsun…dedi Ali. Seher, bizden olsun, bizimle olsun, benimle, benle…o gece uykuya dalamadım.

**

Okulun kantin kapısında bekliyorum, Ayla’yı. Birimiz olmadan, diğeri hiçbir halt yapmıyor. Yapışık kardeşlerden beteriz. Konuşmadan da çok güzel anlaşabiliyoruz. O kadar kankiyiz.

Lise 2’de olduğumuz için, büyüdüm artık diyerek, belime kadar inen saçlarımı ördürmüyorum anneme. Yukarıda sıkıca toplayıp at kuyruğu yapıyorum, gözlerimin üst ve alt kısmına, çok hafif siyah kalem çekiyorum, öğretmenler bile anlamıyor. Sürmeli diyorlar, ardımdan. Hoşuma gidiyor. Ayla ile aslında dış görünüş olarak hiç uyuşmuyoruz. Kumral-sarı arası saçları, deli bakan kahverengi gözleri var.

Soluk soluğa geliyor..

- Seher, pasajda bir ayakkabı gördüm. Çok güzeldi kızım. Bir de seninkini gördüm
- Sırıtıp durma yaaaa, nerdeydi ? hadi geçelim önünden.

Artık, başka bir semtte otursa da..lise’de aynı okuldayız. Dil tercihimiz aynı olmadığı için, aynı sınıfta, aynı koridorda bile değiliz. Ama ne fark eder? Okula girişte, bazen kantinte görüyorum. Lacivert ceketli, gri pantolonlu, mavi gömlekli daha bi yakışıklı da, yok ki şu okulda..

Duvara yaslanmış, kızlı-erkekli bir grubun içinde. Direk ona bakıyorum, tek ona. Fark ediyor beni, gülüyor.
- bana güldü, güldü Aylaaaa.
- Kızım heyecan yapma, bıktım senin şu Ali’nden..

Başını yavaşça kaldırıp, gözlerime baktı. Beni görünce, güldü bana, güldü.

O gece tek uyku yalandı, bana.

.

öylesine..




Gülüşümün yarısını kaybettim

aynaya bakarken hatırladım sonra.

diğer yarısı, buruktu..

*

Damağımda, buzlu bir anason tadı gibisin

İçmesemde

Unutmuyorum..ama özlüyorum.

*

O kadar dolu bir boşum ki..

İki kelimeden fazlaya çıkmıyor, sözlerim

Şükür..

Ya susmazsam

Ya susamazsam

.