29 Mar 2011

tekrar..



Hatırlamadıklarını, hatırlıyorum.

Hatırlıyamadıklarını da, hatırlıyorum.

Hatırın için!

26 Mar 2011

sızı

“Omuzun, dayalı kaldığında

kapının ardında / dışarıda kalakaldığında

belki, anlarsın.”

Yüzüne yayılan tatlı tebessüm de silinir

İçine dokunan huzurda..

Ellerin!

İlk

eller koyar mesafeyi

uzak ve o denli yabancı.

Gözlerin!

Yüze düşmeden izi

Varlığın etrafında dolanır, ürkek.


Beden terk ettiğinde;

ruh çoktan kopmuştur bağlılık yemininden

ağlarsın!

15 Mar 2011

kayıp


Hangi günde?
Hangi dar zamanlarda?
Hangi sende kaldın?

“bıraktın kendini” dediler..

Buralara sığamayışın, belki ondan!

5 Mar 2011

Hakikatçi / Özcan YÜKSEK


Anlatmak, anlatılanı yaşatır; anlatmak, anlatanı yaşatır; ve aynı esnada, anlatmak, öykü olarak anlatılanı yaşatır.
---

İyi bir masal anlatıcısı masalı yaratmaz, yalnızca ve yalnızca yaratılmış olanı anlatır. Zaten o masal, yüzlerce yıldır, binlerce yıldır, zamanın ve insanın soluklarından meydana gelen sıcak rüzgarların ve insanın gözyaşlarından gelen yağmurların etkisiyle şekillenmektedir.

---

Düşünüyorum da sanki bazen ellerim başkasının elleri, kendi zihnime tamamen yabancı başkasının elleri, bazen de ellerim bana ait, ama zihnim benden çok uzaklarda, almış başına gitmiş. Aslına bakarsanız bazen bu durum ellerimin başına geliyor, bazen gözlerimin; bazen de adeta bütün gövdem başka biri oluyor, zihnim başka birisi. Bu yüzden olsa gerek, kimi zaman ellerimin arzuladığını ruhum unutuyor, ruhumun arzuladığını da ellerim.

---

İnsana verilen her ad, o adı daha önce taşıyanın ruhunu da taşısın diye ona bağışlanır.

---

Eskiler der ki, kalem gözyaşlarını döker, kitap gülümser. Böyle say sen bu kitabı.

---

Zaten ne tuhaf sözcüktür şu “baş başa” sözcüğü, insanı bir anda iki kişi yapar!

---

“Sorunu şöyle cevaplayayım” demiş, mimar. “Şu iki şişenin içinde farklı iki sıvı var. Biri dağdan gelen su, diğeri ise beyaz şarap. İkisi de şişenin içinde aynı durulukta ve berraklıkta gözüküyor. Ama dudaklarıma değdiğinde, içlerinden biri beni alev alev yakıyor. Diğerini hissetmiyorum bile. İşte bu, aşktır.”

---

Hakikatçi der ki, her birimiz başkası için yaşarız. Birimiz olmadan öbürümüz olmaz. Öykü anlatmak yaşamın tarifidir, başka bir şey asla değil. Anlattığımız, sanki, eski bir yaşam gibi işitilir. Oysa anlatan, yaşadığını anlatırken yaşar. Anlatırken, yani yaşar iken, ölümü öteler, yaşamı uzatır. Artık bir anlatı, bir öykü haline gelen geçmiş yaşam, hem şimdi zamanı, hem gelecek zamanı yaşatır. Yaşam, yaşamı anlattıkça yaşamı yaratır. Geçmiş, şimdiyi ve geleceği yaratır. Zaten anlatmak, yaşamı düşünmektir. Yaşamak ve anlatmak nasıl oluyor da aynı fiilin iki farklı adı oluyor? Şundan oluyor ki, insan, yaşadığını bilen tek yaşayandır.

---

Tuhaf olanı anlamak için tuhaf olanla yüzleşmek gerekir, tuhaf olan yollara sapmak, tuhaf olan gülüşün peşinden gitmek, tuhaf hislerin esiri olmak, büyülenmek, ruhun ve bedenin simyasına boyun eğmek gerekir belki de. Kendini yıkmadan, tamamen yıkmadan yenileyemediğin gibi, kendini kaybetmeden yeniden bulamazsın, böyle öğrendim eskilerden.

---

Eskiler der ki, geçmişin anlamlar hazinesini bir ejdarha bekler, bu ejderhanın adı kalemdir. Bu ejderhanın dişlerini yeni sözcüklerle doyurmak gerekir ki, o da bize kendi hazinesinden sözcükler bağışlasın. Öyle yaptım, heybemdeki sözcükleri ejderhanın ağzına tane tane, bazen avuç verdim ve tükettim. Elimi attığımda, heybenin diplerinde, kıyısında köşesinde tek tük sözcükler kaldığını hissediyorum ama bunlar ejderhanın dişinin kovuğunu doldurmaz.

Binbir Gece’de Yolculuk I –Hayata ve Ölüme Dair

HAKİKATÇİ-Özcan YÜKSEK