21 May 2010

Kurtul'uş..



Tek çığlık kurtaracak;
içinin yankısından..

yoksa!

çıldırmak; seninle anılacak..

19 May 2010

tortu..





Sonuna dek açık, kollarım
kendi etrafımda dönüyorum
ki çarpsın açık bağrıma, değsin tenime
başımın üzerinden,teğet geçen rüzgar..

*
Adın silindi!
Şefkatin, izleri
Bakışın, düğümleri çözen cazibesi
Sözlerin, gönlü okşayan küçük dokunuşları
Ya bu, her yüzde
Hâlâ o sûreti aramak neyin ifadesi?

*
yeldi, soluğumla
tutup ellerimden havalandıran

sabah; ben
kırlangıç; ben
gözlerim; ben
rüya; ben
gerçek; ?

*
telaşsız

kıpırtısız bir beden..
yaşamsa!
aksettiren tek delil, bakışlar

*
durağanlığında
akıyordu damarlarına, damla damla

saydamdı bildiklerin
önem kelimesine önem katan
ezberini bozan,anlatandı!
Dinledikçe, çoğaltan seni.

*
Anlatıldı, bitti..
Yaşandı, bitti..
ek için peşinsıra
"ve" yetmedi!

*
Sabah, kırlangıçlar geçer..

gözlerinde rüya artığı iz
gerçek mi ?
yine s(b)en!

13 May 2010

When İn Rome / Aşk Çeşmesi..



Söylemesi ayıp olucak ama Mel'le ayrı zamanlarda ve ayrı kişilerle olsa da, Aşk Çeşmesi'ne gitmişliğimiz vardı. Sırtımız dönük, para bile atmıştım evet:) Hatta İspanyol merdivenleri, coliseum, Vatikan kısaca Roma..

Eğlenceli, anlık kahkahaları engelleyemediğiniz, küçük-büyük sakarlıklarda, şaşkınlık nidaları -salonda pek çok kişi off ayy şeklinde tepki verdiği için- atılabilen, bir filmdi.
İşine son derece bağlı, güzel başrol oyuncumuz..kız kardeşinin düğünü için Roma'ya 1-2 günlük bir yolculuğa çıkıyor. Aşk Çeşmesi'ne atılan bir kaç bozukluğu sudan çıkardığı için, atan kişilerin, mucizevi bir şekilde "tanrıçası" haline dönüşüyor. Sevdiği kişinin de, bu kişilere dahil olduğu düşüncesi işleri daha da karışık hale dönüştürürken, mutlu sonla paralel bir mutlulukla salondan ayrılıyorsunuz:)

Remember Me / Beni Unutma..











Alacakaranlık Serisi'nden çokça etkilenen kişilerden, ikisi olarak Mel'le bu filmi seçmemizin, Robert Pattinson'la uzaktan yakından ilgisi yok diyemem:) Vardı..Tamamı ile bilinçli bir seçimdi. Hiçte pişman olmadık, doğrusu.

Geçmişte yaşanan kayıpların, acıların üstesinden gelen yada öyle sanan yüreklerin, acıların, özlemlerin, kalp kırıklarının, çabaların içinde gelişen bir aşkın anlatımıydı. Sadece yaşanan "an" ın değerini bilebilmenin..
Son sahnesi ile de darmadığın ediyor, sizi.

Uçurtma Avcısı..



Çok konuşulan, çok okunan ve eskiye ait bir kitap biliyorum. Ne kadar uzun zamandır, okumam için sırasını bekliyordu, kimbilir.

Okurken biraz "şeker portakalı" nı hatırlattı bana. Çocuk yüreği, gözleri ile anlatılanlar olduğu için sanırım. Kimi yerinde onlar gibi gülümsedim, kimi yerinde güneş gözlüklerimin arkasına saklanarak, dolan gözlerimi gizledim:) En çok ama en çok, sanki yaşar gibi o "çaresizlik" duygularında, içim acıdı. Tam da, çocuk istismarı gündemde iken, Bir Milyon Kalem'den bu konu ile ilgili maillerimi okurken ve yazamazken, kitabın o kısımlarına geldiğimde, kapattım sayfaları. Soluk alıp, duraksayıp yeniden okuma gücü bulana kadar..
Yine de, yazarı Khaled Hosseini'n Bin Muhteşem Güneş'i kadar iz bırakmadığını söylemeliyim.

4 May 2010

yani..


sarılıp sarmalanmış tümceler bütünüydük
Issız sokakların mazgallarından yükselirdi seslerimiz
o zamanlar.. yani daha çok yıldızımız varken gökte

yani sabah kahvelerinin tadı daha bir yapışırken üst damağa
o zamanlar işte, kara kuru mutluluklarımız vardı..

yılını hatırlamıyorum..
sanırım kuzeyden eserdi rüzgarlar o zaman da..
dolaylı tümleçlerden geçip, yüklemlere saldırdığımızda
yeldeğirmenlerine diz çöktüdüğümüzde yani..
yani elimizde mızrak sandığımız garip nesnelerle,
kendimizi bile korumaktan acizken,
yani dünyayı kurtarmak için,
yani anlamak için diğerlerini,
cesaretimizden gayrı bir şeyimiz yokken
beslenme çantalarımızda umutlarımız vardı..

hatırlamak güç şimdi
yüzümüze bir ayna tutulup
bu sensin denmeden önce.
kendimizi anlamadan, bilmeden saf ve edilgenken
henüz soru işaretlerinden ünlemlere geçemediğimizde yani
Yani başımızı hala kuma gömme lüksümüz varken
ve meziyet sanarken bunu
çayımıza katık diye attığımız gülüşlerimizle
ikindilerimizi karşılarken
yani hâlâ batmaya hazırlanan doğmuş bir güneşimiz varken
yani yalnızca kendi çevremizde dönerken dünya
sokak satıcılarından elma şekeri alınabiliyorken yani
dudaklarımızın arasından kin ve kan çıkmazken
süslü hatıra defterlerimizden göğe yükselirdi dostluklarımız

çiy düştüğünde yüreklerimize bir sabah
bir önlük geçirildiğimizde üzerimize
ve saçlarımız itina ile tarandığında bir yandan diğer yana
televizyonlarda nefreti, gazetelerde şiddeti
bacak aramızda şehveti tattığımızda
önce küçük sonra büyük kağıt parçalarının peşinde koşmaya başladığımızda yani
yani elimize kitaplar verilip okulların,
cebimizdekiler alınıp işin yolunu tutmadan
yani henüz gelişmemiş göğsümüz
sıkışıp ezmeden yüreğimizi
henüz arifesindeyken ayakta kalma savaşının
korkmuş gözlerimiz, dilsiz sözlerimiz oldu

şimdi o gözler dönüp bakamaz ki geriye
geride kalanların hızla yok olduğu
hafızaların silinip tüketildiği zamanlar bunlar
belki yeniden canlanmasın diye defterleriyle yakıldı tüm hatıralar
yani şimdi kalakalmışlık zamanı
yani şimdi komşu bahçenin erik ağaçlarında sevdiğimiz hayat ve aşkın
aslan kafeslerinde düşmanımız diye karşımıza konduğu zamanlar
yani bir yaratıcının sevilmekten çok korkulup reddedilmesi gerektiği zamanlar
yani artık cebimizin dolgun, tenimizin solgun olduğu anlar bunlar

yani şimdi yüreklerimiz ve ruhumuz bedenimiz içinde hapis
ve şimdi kağıt parçalarına ve küçük kartlarda resmimiz
yani verdikçe çoğaldı yüzümüze tutulan aynalar
yani şimdi biz, çok çok fakiriz!..
Not: Tekrar tekrar, severek okuduğum satırlar ve paylaşma izini için, teşekkürlerimle :)

2 May 2010

Siyah Beyaz


Ne büyük umutlarla gittim, aslında..Arkadaşlık, dostluk, paylaşım, özveri ile ilgili bol aksiyonlu olmasını beklemeden, ruha dokunan/doyuran bir film göreceğim düşüncesiyle. Öyle olması bir kenara, hiçbir şey anlatmadı bana ekranda gördüklerim, aktarmadı. Sıkıldım. Aynı film sahnesine, aynı sürelerle sığdırılan ve pek çok şeyi anlatan filmleri hatırlayınca, seçimim için kendimi suçladım bile demeliyim.

Bir sahnesinde, Tuncel Kurtiz masa başında, son derece doğal oynamıyor gerçekten sohbet ediyor gibi..peynirin tadına bakışı, içki içişi doğal. Ona eşlik eden Şevval Sam ise uzun süre yanında olan bir arkadaşı değil de, o soruları sorması gereken biri gibi, sadece sorularını soruyor.
Yakışmıyor o doğallığın yanına yada yine bana öyle geldi :)
Sanki, ikinci bir şansımız varmışta; konu bir başka sefere anlatılacakmış gibi giriş yapmadan, kişileri tanıtıyorlar ve sinemadan çıkıyorsunuz. O kadardı işte...emeğe, çabaya, elbette ki saygı ama sevmedim :)