28 Kas 2010

New York'ta Beş Minare /Mahsun Kırmızıgül


Üzerinde bu kadar konuşulunca, dinleyince görmeden olmazdı :) Mahsun Kırmızıgül'ün daha öncesinde de rekorlar kıran filmlerini izlemek için istek duymamama rağmen, buna neden kayıtsız kalamadığımı bilemiyorum, doğrusu. Sinemada bir film izlerken gösterilen fragmanı etkiledi belki de, beni.

Görüntüler çok güzeldi. Cami, zikir, özellikle Ali Sürmeli'nin vaaz sonrası cami avlusundaki o kuşlar etrafında uçuşurken görüntüler, Amerika çekimleri, Hacı Gümüş'ün evinin ışıltılı beyazlığı, duvardaki Bitlis fotoğrafı üzerinden Bitlis'te güne yeni doğan güneşe yönelen kamera etkileyiciydi.

O denli bir emek varken ortada, detayları görmemezlikten gelmek gerekiyor belki de:)
FBI ajanı Becker'ın ikiz kulelerin altında kalan ağbisi nedeni ile hissettikleri gibi. İlla ki, hınç için bir sebep olması gerektiği neden düşünülüyor ki acaba? Hacı'nın kızı ile nişanlısının evden acele koşarak çıkışlarını da, bir süre unutamıycam sanırım. Yine Becker'le Mustafa San
dal'ın karşılıklı Türkçe konuşmaları sırasında, Sandal'ın kitap okur sesi ile verdiği mesaj, yanında oturan Kırmızıgül'ün neler konuşuyorsunuz diye sorması gibi..

Şu var ki, son ana kadar Deccal'in melek görünümü ile kendini gizleyen Haluk Bilginer olduğunu düşündüm durdum. Orada izleyenleri ters köşeye yatırıyordu belki de, film.






Prensesin Uykusu / Çağan Irmak



Düşle gerçek, gerçekle masal arasında..perili, hüzünlü, gülümseten, içinizi de sızlatan bir filmdi. Sanki Çağan Irmak içinden geçen bütün film tekniklerini kullanabilirim diye göstermek istemiş bizlere :) Birden ortaya çıkan fantastik görüntüler, geçmişi çizgi filmle anlatan kareler..ilginçti gerçekten.



26 Kas 2010

Doyma Noktası / Sema Kaygusuz



"her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni."

22 Kas 2010

fırtına..


gökyüzüne
buluta
bir kanada
bırakırdın kendini..

oysa
ne ağır yüreğin!

gündü güneşti
ne ara karardı göğün?

uzaklaş
uzaklaşmalısın

devrildi devrilecek
bu sandal!

21 Kas 2010

Son Ada / Zülfü Livaneli


"..bu romanda insanların hepsi de canlı ve yaşıyorlar. Bir de tilkiler var. Bir de orman var, ormanın çamları, tilkilerin vatanı, bir de martılar. Hiç bilmediğimiz martılar...İnsanlardan bile daha güçlü anlatılmış. Zülfü'ce yaratılmış martılar, başka bir romanda, başka bir yerde olamazdı.
Bakkalın bir sakat çocuğu var. Sakat mı değil mi romanın sonuna kadar bilmiyoruz. Bu çocuk bu romanda olmasaydı, roman bu kadar büyük olmazdı. Bir de bu romanın trajik yanı var, başka bir romanda olsaydı romanı da alır götürür şuraya atardı. Zülfü bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir yazarın eseri demek.
Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir." Yaşar Kemal.

Okudum :)
Dili, anlatımı, olaylar bir solukta okunması için, sürüklüyor sizi.