31 Ara 2010

dalga..



Ne kalabalık her yer
sıkış pıkış

evet,
havalar da çivi hıncıyla kesiyor
yüzünü, kulaklarını, ellerini..

yorgunluk mu dedin
suskunluğu-mu-n nedeni?

bu
değil.

sus'kunluğun!

anlamlara teğet geçerek,
salağa yatıyorum.

İstersen anla
istemezsen anlam'a!

20 Ara 2010

aşk'a dek..

yenilmiyor sevgisine
vicdan ruhum
sığışıp bu kompartımana
meydan okuyor acıya da
yenilmiyor

tutmuş
acı dolu sevgimden çekiyor
sevgilim
acı dolu
onun beni bırakıp gidişleri
ve aramızda kadeh kadeh şu zincir

anlatayım:

o, kadeh kadeh giderdi
alkol kokardı gülüşü
hep duyardım kadehin sesini
içerdim
o çok gider ben çok çok içerdim
acırdı tenim
bu
duymamı sağlardı gelişini

o alkol kokardı gelirken
çok da kızardı
üstelik sarhoş olamayışına

ve akşamları
inadına çok çok gururluyduk biz
eyvallahımız yoktu
içerdik
çokk çokk isterdik aşkı
öyle delikanlıydık sokakta

geçemezlerdi zincirimizden
yenilmezdik
acırdık sadece
çok çok acırdık

ve o dönerdi
köpek gibi öperdik birbirimizin gurursuzluğunu
uyurduk

yine akşam olurdu
o kokardı
ben sarhoş olurdum

kendisinden midesi bulanırdı
içemezdi benim kadar
ben içerdim

severdim çok bulunmayı aşkta
o da beni severdi bilirdim
5. kadehte beni bulur
o yüzden gidemezdi hiç 5 kadehten fazlasına
dönerdi
sonra beni görmek istemezdi
içi almazdı
hem o geldiğinde ben de uyumuş olurdum
kızardı kızardı
alkol kokar kokar kızardı
ben duymazdım

gururlanır gururlanır gider
gururlanır gururlanır dönerdi

en çok içkiye kızardı
içi almıyordu
ve kimse içkiyi ortadan kaldırmıyordu

her akşam içerdi
özlemiydi sarhoşluk

uçaktaydı gözü
hep gitmek isterdi, ulaşmak

aşk derdi özlemine
aşk için içkiyim

ama içi almazdı
ben çoktan sarhoş olmuş olur
arkamı dönerdim
zincir çekilmiş olurdu
dönerdi küfrede küfrede zincire
ve içinin almayışına

dönerdi küfrederdi bana da ona da
içkiye de
aşk arardı
aşkı

aşk
gizlenmişti sevgimizin ucuna
trende bir kompartımandaydı
tümm isteksizliği bundandı
tüm hayyaleri vardı kompartımanın dışında
o ucun ardında

ama kopamazdı, sarhoş olamazdı
almazdı içi yenilmesini sevgisinin
yenilemezdi
dönerdi

yenileyemezdik sevgimizi
acırdık çok çok acırdık
o kokardı ben sarhoş olurdum

aşk kokardı yıldız yıldız
dayanamaz sönerdim
gücüm yetmezdi aşkına
kokusu
alır beni bir sevginin ucuna görürürdü
dayanamaz severdim
ve gözlerim kör kulaklarım sağır olurdu çığlıklarına
dayanamazdım bensizliğine
Hak’sızlık ederdim
dönerdim arkamı dünyaya
zincir gerilir
o küfrede küfrede dönerdi
kocamandı sevgisi o kopmazdı

kokardı sadece
ben içerdim
o içkiye kızar içki kokardı

ikimizde sevgideydik
ben ucundaydım o geri kalanında
o içkiydi, ben sarhoş.
o kızardı hep kızardı
ve hep arardı
vermiş olduğu aşkı
ucunu sevginin

içerdi,içerdi
son dubleye getirirdi sevgisini

bakışırdık yatağa
içimden hep derdim keşke bana dönmese
özgürleşse
zincir gerilirdi
ve ben hemen hak yerdim
içerdim
ölmeyi yediremezdim kendime
o içememiş olur
küfrede küfrede dönerdi
ben içmiş ve sarhoş olmuş olurdum.

zaten almazdı içi
yetmezdi vicdanı
kocaman yüreği vardı
ve kocaman gururu
yanına yaklaşsanız
tekme tokat dalardı kavgaya
yenerdi beni ve herkesi ve vicdanını
ama dönerdi yine

yetmezdi vicdan onu anlatmaya
ama kocaman yüreği vardı
koyardı vicdanı bir kompartımana
gider gider
dönerdi
küfrede küfrede dönerdi ama dönerdi vicdana

çekerdi çekerdi zincirin ucunu
acıtırdı sevgimi

ve ben hemen içerdim son dubleyi
vicdan bendim kompartıman ben

küfrede küfrede dönerdi…
anlatayım:

sabah olurdu, ikimiz birden söylerdik:
beni aradıkları yer benim değil ki
aslında kaybolmadım da
çaldı bir gitar beni
ödeştik

yaratıcı oydu
okuyan ben
tek suçu okura olan düşkünlüğüydü
gece ödeşirdik

yenileyemezdik sevgimizi
mahkumduk

vicdanı yenen bir sevgi
görene dek
aşka dek
içerdik


19 Ara 2010

akis..




sana baktım, beni gördüm.
sen hissediyordun
alçak tonda anlatıyordun

ben taşıyordum cümleden
ürktüm.

anlatırken, nasıl da çırpınıyordum
var olduğumu anımsaman için!

sana baktım, beni gördüm.

Ah acizdim, karşında!


16 Ara 2010

kış masalı..



akşama varmadan
sabahlara yorgun göz kapaklarının ardından
günaydın derken..

yağmur
saçlarının perçemlerinden süzülür
emek için, para için, varmak için
sen
telaş
soğuk
peşi sıra..

balkon altında serenad yapan prensin; yok
reveranslar
sana değildir sarayında
olsa olsa
sildiğin yerlere!

Söyle,
kim masalına, kış kış dedi?

7 Ara 2010

ilmek ilmek..




kalın şişlerin üzerine ilmek ilmek atıp umutlarını
söküklerini örüyordun, ömrünün!


izledim seni
öyle
sakin..


tükenirken; hayalden yumağın
sözlerim
sarınırken; uzayıp giden heveslerin
sıcağım

ördükçe
kalan boşlukları doldurmaya

ben
yetmedim.

4 Ara 2010

neden..




süzülüyorsun boşlukta
kendi etrafında döne döne..

savuruşunda rüzgar
acını, kazıyor bedenine.

sarhoşluğun
bundan!




28 Kas 2010

New York'ta Beş Minare /Mahsun Kırmızıgül


Üzerinde bu kadar konuşulunca, dinleyince görmeden olmazdı :) Mahsun Kırmızıgül'ün daha öncesinde de rekorlar kıran filmlerini izlemek için istek duymamama rağmen, buna neden kayıtsız kalamadığımı bilemiyorum, doğrusu. Sinemada bir film izlerken gösterilen fragmanı etkiledi belki de, beni.

Görüntüler çok güzeldi. Cami, zikir, özellikle Ali Sürmeli'nin vaaz sonrası cami avlusundaki o kuşlar etrafında uçuşurken görüntüler, Amerika çekimleri, Hacı Gümüş'ün evinin ışıltılı beyazlığı, duvardaki Bitlis fotoğrafı üzerinden Bitlis'te güne yeni doğan güneşe yönelen kamera etkileyiciydi.

O denli bir emek varken ortada, detayları görmemezlikten gelmek gerekiyor belki de:)
FBI ajanı Becker'ın ikiz kulelerin altında kalan ağbisi nedeni ile hissettikleri gibi. İlla ki, hınç için bir sebep olması gerektiği neden düşünülüyor ki acaba? Hacı'nın kızı ile nişanlısının evden acele koşarak çıkışlarını da, bir süre unutamıycam sanırım. Yine Becker'le Mustafa San
dal'ın karşılıklı Türkçe konuşmaları sırasında, Sandal'ın kitap okur sesi ile verdiği mesaj, yanında oturan Kırmızıgül'ün neler konuşuyorsunuz diye sorması gibi..

Şu var ki, son ana kadar Deccal'in melek görünümü ile kendini gizleyen Haluk Bilginer olduğunu düşündüm durdum. Orada izleyenleri ters köşeye yatırıyordu belki de, film.






Prensesin Uykusu / Çağan Irmak



Düşle gerçek, gerçekle masal arasında..perili, hüzünlü, gülümseten, içinizi de sızlatan bir filmdi. Sanki Çağan Irmak içinden geçen bütün film tekniklerini kullanabilirim diye göstermek istemiş bizlere :) Birden ortaya çıkan fantastik görüntüler, geçmişi çizgi filmle anlatan kareler..ilginçti gerçekten.



26 Kas 2010

Doyma Noktası / Sema Kaygusuz



"her geçen gün biraz daha yükselip yayılarak, o küçük tohumu anımsayıp kendi belleğimi büyütüyorum aslında. Yağmuru, çavlanı, kayaları unutmadan kendi geçmişimi okuduğumda her şeyin kendi tasarımım olduğuna inanarak anlıyorum seni. Ben, beni bulacağın yere gelmiştim. En üzgün, en aç en umutlu olduğun anı kollamıştım, doğru. Her ne kadar bir raslantı gibi görünse de senin avuntunu saklıyordum içimde. Buluşabilmemiz için. İşte bu yüzden ne zaman gelip dallarımdan birine tünesen, aramızdaki o kanlı yolculuğun hatırına koruyorum seni. Yutkunduğun o kokuyu, benim eşsiz kokumu anımsamadığın için, gün geçtikçe serpilip yayılarak, her mevsim yeşil yeşil katlanarak, bedenimden eğrilerek uzanan gölgeye bakarak, kızıyorum sana. Güzel gözlüm...İçinden geçtiğim soylu Ardıç Kuşu. Kök salmış olsam da şimdi, dalımı titreten güçlü rüzgârlara aldanarak, gidebilmenin buruk umuduyla seviyorum seni."

22 Kas 2010

fırtına..


gökyüzüne
buluta
bir kanada
bırakırdın kendini..

oysa
ne ağır yüreğin!

gündü güneşti
ne ara karardı göğün?

uzaklaş
uzaklaşmalısın

devrildi devrilecek
bu sandal!

21 Kas 2010

Son Ada / Zülfü Livaneli


"..bu romanda insanların hepsi de canlı ve yaşıyorlar. Bir de tilkiler var. Bir de orman var, ormanın çamları, tilkilerin vatanı, bir de martılar. Hiç bilmediğimiz martılar...İnsanlardan bile daha güçlü anlatılmış. Zülfü'ce yaratılmış martılar, başka bir romanda, başka bir yerde olamazdı.
Bakkalın bir sakat çocuğu var. Sakat mı değil mi romanın sonuna kadar bilmiyoruz. Bu çocuk bu romanda olmasaydı, roman bu kadar büyük olmazdı. Bir de bu romanın trajik yanı var, başka bir romanda olsaydı romanı da alır götürür şuraya atardı. Zülfü bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir yazarın eseri demek.
Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir." Yaşar Kemal.

Okudum :)
Dili, anlatımı, olaylar bir solukta okunması için, sürüklüyor sizi.


26 Eki 2010

kısa kısa..


"yüzünü
gözlerini

kaçırma benden, ruhunu bildiğim
göz bebeğinin sıcağını özledim "

**

yankılanır tiz sesler, içinde

sokakta
kaldırım taşı üzerine
düşürken
anlamı bozuk umutların!

**

izleri belli
ne yapsan da
göz kenarlarında!

taşıyor kenarlarından yapıştırdıkça
bulanıyor
az tutkal beyazı
az hüzün karası!

**

solarken dalında
sararırken
o, son ince yaprak

rüzgar dokunur saçlarına
usulca, şefkatle
son baharda..

**

uçuşur eteklerin
döne döne
varırken maviliğine, denizin..

dalgasında savurduğunun
farkına varmaksızın!

**

20 Eki 2010

kaos..




Yanı başından geçiyor
arabalar, İnsanlar
hızla.

Tempo tutup, yürüyorsun
İleriye.

Ya varmasan, ne değişir?

Ellerin burada

Gözlerin

Bedenin..

Sessizliğinin ardında; yüreğin
Atarken dingin telaşsız

Sen, burada olmasan
ne değişir?

7 Eki 2010

his.




geçip bilinmezlik perdesinin ardından
minik kukla edasıyla sergiliyorum rolümü
sen çekiştirirken iplerimi!

koyverince beni..

uzanıyor kollarım iki yana
avuçlarım kapalı..
omuzlarım; düşük

dizimi
kırıyorsun!

başımı
eğiyorsun!

Tanrım, sev beni
oynama!

6 Eki 2010

tekrar..


artı bir


eksi iki..


- 1

senin olan, değildi!


sonuç?


= sıfır dersen yanılırsın.


bitmeyen bir(i) hâlâ karşında..

22 Eyl 2010

bakış açısı..




Ne zaman ki çocukluğa döner sözler
İçin ısınır anımsarken..

Küçük
masum öpücük konarken
dudağının kıyısına
hesapla


kaç sözün toplamı anlatır seni, ona?

Avuçlarından süzülüp biten; biriktirdiklerinden
Olsun derken, olmadıklarından
Tükendiklerinden,

tükettiklerinden
sen büyürken

o küçülen

heveslerinden

Durdum, gidemedim iki adım öteye!

Hadi,
uzattım ellerimi

Biraz huzur verir misin?

7 Eyl 2010

Talep..



Chris Brown Ft Ester Dean - Love You.mp3


Sen,
kendini katarken anlattıklarına
ağaç dalından sallandırırdın ayaklarını
biraz uçuk
biraz özgür
en çok çocuk..

Sırtımı dayarken
eksilmeyeceğini bildiğim
sıcağın değil, sendin..

**

Ucu bucağı nerededir gökyüzüne yükselen sesinin
Gözlerimle takip ederken yakaladığında
Avucun içine saklasam ya yüzümü?

**

Mırıldanırken şiirimi

Tozları silkeledin, örtüleri attın
üzeri açık tüm sözlerin!

Benim kadar, sen de hisset isterdim..

1 Eyl 2010

Kısa kısa şiirler -kendi deyimi ile notlar-



KENDİKENTİNE

Sertten poyraz çarpar
ışıklarımı söndürdüğüm
direklere
evime hapseder..

Boşluğundan
basmaya ürkersin; sokaklara!

- - - - -

İZ DIRAP

Ne dindirir seni mi?

- - - - -

KUMBARA


Ne zaman
iki güzel kelime yan yana getirsem
bir
kenara
''sana '' saklıyorum

senden sonrası yok
senle, sonrası var!

- - - - -

FAZLA


küçük
engeller bırakmaktaydım
bana ulaştığın
ara sokaklara

belki
takılıp
düşerdin

ve
içindekiler
dökülebilirdi ...

sen; her zaman

''bir aşk için fazla''

dikkatliydin.


Not: http://cnberk.sosyomat.com izin için teşekkürler :)

30 Ağu 2010

kaçış..



Baktılar ki; hiçbir yere varıyor sordukları adres
Vazgeçtiler.

Sen;
kapı arasına dayayıp, bakışlarını zorladın.
Sonuna dek açılırken, kollar
Ben zarfını yırtıp attım!

28 Ağu 2010

denizde akşam..




Gecem de
denizin siyah dalgaları üzerinde, parlayan mehtap
Işıklarından yol yapıp
Sunma!

Özlediğim efkâr mı sandın?

**
Fısıldardım, kulağına vakit dünken..
Söz, onunla tamamlanmaz mıydı?

Çıkıp yollarına, sen derdim
Benle başlayan hikayelerin, vardığı son durak
Sen!

**
Baharın ilk günü..
Sesim yetişmedi –sandım- ardından
Susmuşum , yanıldım.

**
Dalıp dalıp gidiyorsa gözlerim
Sularına
Ağırlığını al, bakışlarımın
Aksin
Aksın birkaç damlayla
Silerken elimin tersiyle

Yüreğimden havalansın kuşlar
Çığlık çığlığa!

**
Eylül, kapımda
Gülüyorum da
Yaşıyorum da
Severim de, eylül’ü sevdiğim kadar!
Özlemin en tenhamda, alev alev yanar
Unuttuğun kadar, unutulmasan da!

Hasret; keskin dişlerini geçirip etime
parçalarken ufak ufak

Duymasan, bilmesen ne değişir?

**
Gecem de parlayan mehtap
Işıklarından yol yapıp, sunarken
Özlediğim efkâr mı sandın?

Kelimeler hayat olurken
Şiir acı çeker
İçim diner!


ncesaz Denizde Aksam.mp3

22 Ağu 2010

Birhan Keskin..




geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hâlâ bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu!
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgâr sallıyor beni...
Birhan Keskin

19 Ağu 2010

öylesine...




En arka satırdaydı
paragraf başında,
parmak uçlarımda yükselip
bir kaç mânânın üzerinden, gördüm.

“mahur bakışlım, günlerim bir papatya tarlasının içinde yitip gidiyor gibi..
Yolumu izimi kendimi
Zamanı anları ve de seni
birbirine karıştırıp, her defasında
düne uyanıyorum.”

Kınında saklıydı; keskin ve acı
öyle, gözlerden ırak
öyle, rastladığında
kazınan tenine..

“yitip gidiyor muyum heyecanım
yada duruyorum, üzerimden akıp geçiyor
İnsanlar sözler bakışlar şarkılar

fasıla dönerken mırıltılar
birbirine dibinden tokuşturulan iki kadehten
susuz kalanım.”

En arka sıradaydı
Vardığında bakışlarım hizasına
bitmişti..
o anda unutuldu-m-!

10 Ağu 2010

kâbus..




Beyaz bir duvar
Kenarında ince gök mavisi şerit
Kapısında g-e-rilerinden kalma gölge.
İçeriye değil, dışına atıyorsun kendini küçük bir adımla.

Gölge
tutunup eteğinin ucuna, ağırlığını asıyor, bedenine..
görmemezlikten gelinebilir belki, bilmemekten!

Takılıp, bir hanımeli kokusunun peşine
Saçlarını, kendini savuruyorsun
daracık, minik parke taşlı arka sokakların neşesine..

Ölçüsüz uzun kolları var, yakanda
Anılarından sararken, bugüne yetişiyor!

vardığında, büyüklüğü yüreğinde ki denize
üzerindekileri sıyırıyorsun,
tapınır gibi; tenin güneşe!

Geride mi kalıyor varlığı?

Ayak parmaklarından
diz kapağına, beline, omuzuna..
Omuzundan. ağız boşluğuna
içine
nefesine

emerken dudaklarından
nefesinde hayat bulurken, yeniden
boğulmamak için, çırpınan
sen!

8 Ağu 2010

ifşa..




Gözlerinden düşüyor , gizlediklerin
Parmak uçlarıyla dokunup
Orada diyorlar, acımasızca

-Görüyorum.

Çözmek ve dile getirmek
En derin sırlara ulaşmakla eş değildi ki, sen için.

Yudum yudum içerken acını
sanki, anason etkisinde dudağın kenarındaki, bilmiş tebessüm
Gülerken ifşa edenin!

içinde ağırlaşıyor, zaman..

Önce kalbin
Bakışların
Ellerin
Uzaklaşıyor, teninden
Minik toz zerreleri gibi parça parça savruluyorlar etrafa..
Ne sana aitler, ne bir başkasına.

Süzülüp, gözlerinden düşünlere ekleniyorlar
Bir
İki
Üç
Katlana katlana hüzün!

-ne diyorduk?

-sıkı sıkı sarılsam, kelimelere
çıplak kaldığında üşürken, ruhum!

6 Ağu 2010

mahcup..



Işıl ışıl ve güleç
Memleketinle eş,

sesin.

Hizasında durup
bir solukta sunarken;

bağını, bahçeni, sofranı, kendini
karşındakine..

yabansa sesim, senden değil
benden utanır,

kısılır!

Basit..

Neden ağladığımı, bilmiyorsanız
ne zaman güleceğimi, anlayabilir misiniz?

Böyle ise; aradaki denge-miz-
Gayet, basit!

1 Ağu 2010

Di Caprio / Başlangıç..



Biraz matrix, biraz avatar denebilir belki de..Ama muhteşemdi. Soluk soluğa, düşündürmeye zorlayıcı, anlamaya itici, bir saniyesini kaçırmadan, sonraki adımın telaşında kendinizi bulduğunuz. Konu rüyaların içinde yaşanan gerçekler olunca, gerçeklerin içinde beliren düşler, bunların ekrandan bize yansıltılması da, muhteşemdi..Birden binaların içine dolan sular, patlayan, çöken yollar vs.vs. (çokta detay vermemeli, yeni izlenmeye başlamışken)





Di Caprio ve diğer tüm oyuncular etkileyiciydi. Salonda derin bir sessizlik, kıpırtısızlık hakimdi :)


Uyanmalarını sağlamak için dinledikleri müzik Edith Piaf'ın şarkısıydı. Neden özellikle o şarkı diye düşündürdü, doğrusu..


Akılda kaldıkları ile 2 film..


TUTULMA
İlk iki filmi ve kitaplarını okumayanların, anlaması, sevmesi oldukça zor bir filmdi :) Jesper'in insanların hislerini kontrol etme , Edward'ın düşünceleri okuma yeteneğini herkes biliyormuş gibi, üzerinde konuşmadan, izleyene aktarmaları gibi...Hatta, Edward'ın bir tek Bella'nın düşüncelerini okuyamadığı da, eklenmeli.
En çok merak ettiğim Kurt Adamları'n dönüşümüydü ve etkileyiciydi..Kitapta çokça bahsedilen yüz güzelliği, Edward haricinde tüm vampirlerde fazlası ile vardı. Yeni vampirlerden oluşan grubun saldırısı, çokta dehşet, korku yaratıcı gibi aksettirilmemiş olsa da, dövüşme sahneleri, özellikle victoria'yı kovaladıkları bölümler, etkileyiciydi. Filmden çıkar çıkmaz, yazmayınca içimde kalanlar, oldukça azalmış. Hele ki, di caprio'nun filminin etkisindeyken :)

SİHİRBAZ'IN ÇIRAĞI

Filmlerin vazgeçilmez büyücüsü, Merlin..Üç yardımcısından, ikisi birbirlerini sevince, diğeri de o bayanı sevince, o onu değilde, diğerini sevdiği için, kısaca istediği olamayınca, herkese sırt çevirip, kötülüğe döndüğünde :) film başlıyor. Nicholas Cage'i her daim seven biri olarak, izlemeliydim bu filmi. Yaşlanmış biraz, hele ki birlikte oynadığı acemi delikanlının yanında, daha bir yaşlıydı. Niye, yardımcı bir rol olsa dahi, karizmatik bir kişi seçmezler, merak ettim doğrusu? Eğlenceli, sihirli, aksiyonlu, orta ölçek bir filmdi kısaca..

Konser - Funda Arar



Yer: Kuruçeşme Arena
Sıcak bir Temmuz gecesi..Mel&Vili, öncesinde tiramisu+çay, kumpir+çay eşliğinde dedikodu, ardından Beşiktaş'tan Kuruçeşme Arena'ya kadar ahenkli bir yürüyüşle varış :)
Güçlü bir ses Funda Arar. Detone olmayan, kuvvetli ve etkili bir ses. Bu konseri 70-80'li yıllara ait bir nostolji konseriydi. İlk bölümde, 70'li yıllar çok çok keyifliydi. 80'ler biraz daha ağır, damardan şarkılarla hüzünlendirdi..
Livaneli'den Karlı Kayın şarkısını söylemesi, bizim için gerçek bir nostalji oldu. Yine böyle bir temmuz akşamında, 95 yılında bir tatil köyünün barında, iki kafadar uzatılan mikrofona bu şarkıyı söylemiştik. 15 yılın ardından, önce karlı kayın..ardından, çok sevdiğimiz "yapma dedim, yaptın gönül" süperdi..
Güldük, dinledik, söyledik, hüzünlendik, yine güldük :)
küçük not: güzel bir fotoğraf çekmişim, eklemesem olmazdı..

30 Tem 2010

Tekrar..




İki yüzün var, senin
İki yüzünden biri , melek
İki yüzünden biri, boşluk.

İkiyüzlülüğünde, yok değil ama
Biri insan içinde
Biri kendi içinde!

27 Tem 2010

Babil'de Ölüm, İstanbul'da Aşk - İskender PALA




Onlar aşkı birkaç açıdan ele alıyorlar. Mecazî, ilâhi, mistik ve tensel. Hilleli şairin önemsediği aşk ise plâtonik bir vadide akıyor. Doğu’da gönül diye bir şey var ayrıca. Kelime anlamı bizim yürek veya kalp dediğimiz şey ama ondan çok ayrı bir kavram. Bir nesneden çok bir tavır, somuttan çok soyut bir öğe. Muhammediler dışında gönlün ne olduğunu tam olarak açıklamak mümkün görünmüyor. Onlar da bunu açıklamıyorlar zaten, yaşıyorlar.
Çünkü, aşk gönülde tecelli ediyor, doğuşu da varlığı ve batışı da gönülde. Bizim bildiğimiz sevgi ve tensel ilişkiler Doğulu aşkın yalnızca bir versiyonu, hatta en aşağı versiyonu. Ondan ötede daha yedi katman var aşk için.
Bu öyle bir hastalık ki, hasta bu hastalıktan zevk alıyor ve kurtulmak, derman bulmak istemiyor. Öyle bir acı ki, aşk sahibi bunu arzu ediyor ve aşk derdine uğrayan kişi bir daha iyileşmek istemiyor. Acı çeken, acıdan kurtulmayı denemiyor. Zor gibi gözüken şeyleri kolay gösteren de, doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştiren de o.
“seven” bir sıfat orada ve “sevilen” bir isim. O ismi bilmek sevmek için de, uğruna ölmek için de yeterli. Seven sevilenin uğrunda daima hasret, hicran, ayrılık, firkat acıları ile besleniyor. Acılar olmadan, uykusuz geceler olmadan, huzur bulamıyor âdeta. Bu yüzden âşıklar Doğu’da, yıldızların çobanı olarak bilinir. Onların gözkapakları bulutlara ders okutur, gözleri denizlerle yarışır.
***

Eski şairler romanları ya mesnevi biçiminde uzun uzun yada bir roman konusunu bir tek beyitte kısacık ama derinlikli anlatıyorlardı. Onların romanları da piyesleri de, ya bir cengaverin, bir kahramanın ölümsüzlüğünü anlatmak yada ibret alınacak bir öyküleme için var idi; insanların çatısını açıp evlerinin içine bakar gibi müzevirliklere tenezzül etmezdi.
Rahmanî iken beşerîliği tercih etmeyi aklım almıyordu. Ruh iken kalıp olmayı, mânâ iken maddeye kısılıp kalmayı, soyut var iken somutlaşmayı hazmedemiyordum ben. Bütün somutlar ancak soyut için olmalı, bütün maddeler mânâ uğruna harcanmalıydı bana göre.
Zaten efendim Fuzulî’ninde, eski efendileriminde yaptıkları bundan ibaretti. Onlar soyut konuları anlatır ama örneklerini somut olandan seçerlerdi. Böylece yaşanılan hayat veya elle tutulan dünya, hissedilen duygu ve görünmeyen düşünce için bir araç olurdu.
***

"İşin bir de farklı boyutu vardı. Satırlarıma gözlerini iliştirenler, başkalarına hissttirmediklerini sandıkları acıları benden gizleyemediklerini bilselerdi, acaba bana hangi duygularla yaklaşırlardı?" diyordu, bir satır arasında L&M yada Fuzuli'nin sayfalarına döktüğü aşkı, en başında Leyla'nin öptüğü anda hisseden, o çilek, parşömen kağıdı, kendine yakıştırdığı adı ile Kays. İçindeki Akeldan'ın sırlarıyla, yedi yılda bir toplanan, yedi kişiden oluşan BC üyelerinin elinde hırpalanan, diyar diyar gezen, o kitap.
"Bir kitapta yazarın ilk yazdığı değil, okuyanın son söylediği önemlidir muhakkak. Kitapların ve yazarların değişmez kaderidir bu. Bunca didinmelerim ve iğneyle kuyu kazmalarım, o son sözü doğru söylemek içindir.
Doğu, ak, erkek ejder yılıydı. Güz rüzgârlarında, divitimi yakut hokkaya bandırıp bu öyküyü yazmaya başladım. Ve Fuzulî'nin dizelerinde bir aşk oluverdi yirmi üç bün yıllık gizem.."


18 Tem 2010

biraz gerçek, biraz rüya..



Fırçadan damlarken suya, renk
dokunup en ortasına, bilinçli tercihinle dağıttın.

Yayıldım.

Dalga dalga
Renk renk
koyudan, açığa..

Eğildin; yüreğine kadar uzandı mavi
Yüreğime kadar deniz!

Döndüğünde arkanı,
Beyazdı; üzerime düşen gölge

Yanıldım.

Gölge sandığım, bomboş kağıt parçası.
Sıyırdın aldın renklerimi

Oldum, ebruli!

9 Tem 2010

tekrar..



küçüldükçe küçülürken, sen

onurundan değil
varlığımdan, varlığını azaltırken!

tüm değerlerin, ağırlığınca
yük bindirdin
yüreğime!

4 Tem 2010

Okunup, eklenemeyenler..

Eski Ankara, eski zamanlar, daha doğrusu siyah-beyaz zamanlardan başlayıp, günümüz Türkiye'sine, İstanbul'a ve insanlara ait kısa kısa anlatımlar..Bir şekilde hayatını etkileyen, hikayeleri ile kişilikleri ile akıllarda kalanları yazmış Puna Pamir. Son bölümden azıcık bir ekleme yapmak istiyorum.

"Uzun yıllar bu sandığın içindekileri aynı anda okumayı, hatta görmeyi yüreğim kaldırmamış. Bir psikiyatr bana, insanlar kolayca başaramayacağı şeyleri sürekli erteler demişti. Demek ki ben de sandığın içindekileri bir anda yüreğime sindirmeye hazır değildim. Tümüne birden bakmayı hep erteliyorum. Yine de ara sıra sandığı açıyor ve bazen sadece gazetelere göz atıyorum, bazen resimlere, bazen de annemin babama yazdığı ve babamın yazdığı bir mektubu açıp okuyorum. Ama hep üstünkörü ve sadece bir tanesini. Tümünü, sadece gözlerimle değil duygularımla da okuyacağı ve kendimi geçmişin izleri ile kahretöeye göze alacağım bir günün elbet geleceğini bilerek..."


Bunu ekleyince, bir kaç bölüm öncesinden de, bir-iki satır eklemeli diye düşündüm.

"Babam, 1952 yılının 5 Haziran günü Kore'de öldü. O gün annem, radyoda akşam haberleri okunmadan az önce eve gelmişti. Oturma odasına girince başından şapkasını bile çıkartmadan (o yıllarda kadınlar çoğunlukla sokağa çıkarken şapka giyerlerdi) hemen radyonun yanına gidip ses düğmesini açmış ve tam o sırada babamın ölüm haberini on dokuz haber bülteninin (ondokuz haber ajansı denilirdi o zaman) ilk haberi olarak bizimle birlikte duymuştu. O sırada ben beş yaşımdan biraz büyüktüm."......

"Babam, Kuzey Kore'yle Güney Kore arasındaki savaşta Güney Kore'ye yardıma giden Birleşmiş Milletler Ordusunda yer alan Türk Tugayının Komutan Yardımcısıydı."

D&R yada bir marketten, ucuz etiketi ve ismi ile dikkatimi çeken, ama okudukça kendini sevdiren, saran bir kitaptı..


MÜKEMMEL BİR GÜN


D&R dan, ucuz satılan kitaplarının arasından eleyerek seçtiğim bir kitap :)

İlginç olansa bu sıradan düşüncesi ile aldığım kitap, Ferzan ÖZPETEK'in bir kitaptan aktardığı ve 65.Venedik film festivali'ne katılmaya hak kazandığı bir filmmiş.

Başta farklı gibi görünen anlatıcıların, sonrasında birbirleri ile yaşamlarının içiçe olduklarını ve olayları kendi bakış açılarına göre görmemizi sağlayan bir üsluptaydı..
Sonunu maalesef tam olarak anlayamadım. Oldukça trajik bir şekilde bittiğini belirtmeliyim.

Tam olarak anlayamama nedenim ise; 256.sayfasına geldiğimde devam sayfasının yine tekrar 225.nci sayfaya dönmüş olmasaydı :) Şaka gibi ama gerçek..225.nci sayfa tekrardan başlayıp yine 256'ya kadar devam ediyor ve oradan 289'a atlıyor.

D&R'a bir şikayet maili attım, cevap alamadım. Aldığım mağazalarına tesadüf uğradığımda, fişi ile getirirseniz gibi bir açıklama da, bulundular. Sanki marketten alınıpta eve gidince, bozuk çıkan bir yiyecek maddesi gibi. Ki, ne zaman alıp kütüphanemde beklettiğimi bile bilmiyordum. "Önemli olanın değiştirmek, yenisini almak olmadığını bir kitap mağazasasında, seyyarda satılan kaçak kitaplar da, bile olmayan bu teknik hatanın olmaması " gerektiği fikrini anlamayan kişilerle konuşmanın sonuç vermeyeceğine inanarak, sadece kendimce kınadım..


OLASILIKSIZ - Adam FAWER
Çok konuşulan ve geç okuduğum bir kitap için, sanırım tek denebilecek olan..bu kurgu, zeka ve hayal gücünü taşıyan yazar, tüm övgüleri hak ediyor, olabilir. Diğer kitapları da okunmak üzere, sırada bekliyor.

25 Haz 2010

Yitikler Gecesi / Gülten AKIN




Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr uslandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Bir ıslak serinlik yürüdü
Kara sokaklardan içeri
Çıtırdadı durdu bütün gün
Ayaklarının altında bir şeyler
Bütün gün ölüler gibi sustun

Bilsen ötesi aydınlık çizginin
Delice yakardın eski şiirlerini
Bir tutam bulut iki damla yağmur için
Yeniden sevinirdin içten içe
Bilsen ötesi aydınlık çizginin

Bu hal senin halin değil
Bütün gücünü yitirmiş
Bu hal senin halin değil
Yaşamanın kendisini yitirmiş

En insan yanıyla sana dönük
Dost dediğin ne gün içindir
Unut uzağı olduğu yere
Kaldır yatağından vakitsiz
Kaldır başucuna getir

Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr usandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Gülten AKIN

21 Haz 2010

mukayese..



Hadi sen
unutmuştun kendini de, öyle sarmıştın
en geç geleni!
çıkarsız
beklemeksizin
evinin kapısından çıktığın anda, adımının dibinde.


Hadi sen
şükür diyebilmiştin ardından
iliklerine kadar işlediğinde
kavururken;
elemi, çilesi, heyecanı..

Ya o ?
Öyle bomboş, öyle hiç, öyle sıradan.
Yazık!

13 Haz 2010

uç..




Sonra…

büyük geniş duvarlara dayarsın başını, omuz yerine.
cam dışında akar süzülür, durmaz yağmurlar
içinde karartısı
ışık; düğmeye bastığında etrafını sarandır.

Sonra..

Amacı kalmaz hareket edebiliyor, olmanın
Soğuk karanlık bir kuyu dibi
Ev olur mu, yalnızlığa?

Sonra..

Aylar boyu gözlerin açıkmış ağırlığında, uykulara yatarsın
geceden sabaha..
sabahtan geceye uzar.
yorgunluğun; bir yastıktan diğerine taşıdığın.

Şimdi..
İçinde, bir minik kelebek
Çarparken kanatlarını
Ya düşecek
Ya uçup gidecek!

Sesini duyuyorsun, yüreğinde..

7 Haz 2010

İsmail / Reha Çamuroğlu



Tarih kitaplarında okutulmayan, yaşayan birer canlı olarak öncesi ile başlanıp, İsmail'le noktalanan ama elbette ki, bir devamınının da olduğu bir anlatımdı. Farklı bir din, farklı bir görüş, farklı bir var olma çabası. Öğrenmek, bilmek adına okunmalı...Kıyım, kan, şiddet kavramları bulunduğunuz yerdeki bakışa göre değişebiliyor. Onur savaşım derken siz, karşı tarafta ki pek çok masum insanı da öldürmüş oluyorsunuz..
Sonu olmayan, sonu olamayacak hayatın gerçekleri aslında!
Kitabın içeriğinden çok hoşuma giden bir satır eklemek istiyorum. Şiirle ilgili olduğu için.
"Eskiden bir şiirin birden fazla anlamı olabileceğini bilmezdi. Okur ve kelimelerin anlamları üzerinde durmaksızın genel bir anlam çıkarırdı. Oysa Necm'den öğreniyordu ki, tasavvufta bir şiiri değerli kılan en önemli unsurlardan biri, şiirin birden fazla anlamı birbirleriyle çelişmeden taşıyabilir olmasıydı. Bir şiir herkese bir şey anlatmalıydı: Ümmiye, âlime ve arife. En önemlisi, avama ve havasa anlattıkları, kendi çerçeveleri içinde tutarlı ve anlamlı olmalıydı. Avam anlamalıydı, anladığı elbette kendi doğrusu olacaktı, havassın da öyle. Bu farklı doğrular, aynı kelimelerle ifade edilmeliydi. Bu nedenle kelimelerin yapılan, farklı anlamları ve çeşitli kesimlerde aldıklan özel anlamlar çok iyi öğrenilmeliydi. Nesimi'nin şiirindeki "dilber" kelimesinden avam başka, havas başka bir şey anlardı. Ama ikisi de doğru olamlıydı. Bu iki seviye de yanlış anlamlar verilmemeliydi."

4 Haz 2010

tekrar..



Bir adım geriye çekilirsen
bir adımla; uzaklaşırsın karşındakinden.

O adımdan, ortada kalan boşluk
mesafe değil, soğukluktur!

1 Haz 2010

sağanak..





çiseliyor

hızlı ve sert dokunuşlarıyla, sağanak halinde anılar.

yüzüne, yüreğine damlarken beliriyor

sorular
sorular..

nedir ispatı özlemin? sözler mi?
değer hangi terazide tartılabilir?

özen- itina- ayrıntı- incelik
cevap olabilir mi, öneme?

Oysa ki, tek bir düşüncenin
ardında değil midir, gerçek?

uyandığında güne, ilk aklına gelen hani

sokakta adımını atarken telaşla, esip geçen yüreğinden

elin çenene dayalı bakarken bir aracın penceresinden, sokağa

"o şimdi ne yapar?"

artçı bir deprem gibi titretmiyorsa içini, özlem
gerisi vs.vs.vs.

21 May 2010

Kurtul'uş..



Tek çığlık kurtaracak;
içinin yankısından..

yoksa!

çıldırmak; seninle anılacak..

19 May 2010

tortu..





Sonuna dek açık, kollarım
kendi etrafımda dönüyorum
ki çarpsın açık bağrıma, değsin tenime
başımın üzerinden,teğet geçen rüzgar..

*
Adın silindi!
Şefkatin, izleri
Bakışın, düğümleri çözen cazibesi
Sözlerin, gönlü okşayan küçük dokunuşları
Ya bu, her yüzde
Hâlâ o sûreti aramak neyin ifadesi?

*
yeldi, soluğumla
tutup ellerimden havalandıran

sabah; ben
kırlangıç; ben
gözlerim; ben
rüya; ben
gerçek; ?

*
telaşsız

kıpırtısız bir beden..
yaşamsa!
aksettiren tek delil, bakışlar

*
durağanlığında
akıyordu damarlarına, damla damla

saydamdı bildiklerin
önem kelimesine önem katan
ezberini bozan,anlatandı!
Dinledikçe, çoğaltan seni.

*
Anlatıldı, bitti..
Yaşandı, bitti..
ek için peşinsıra
"ve" yetmedi!

*
Sabah, kırlangıçlar geçer..

gözlerinde rüya artığı iz
gerçek mi ?
yine s(b)en!

13 May 2010

When İn Rome / Aşk Çeşmesi..



Söylemesi ayıp olucak ama Mel'le ayrı zamanlarda ve ayrı kişilerle olsa da, Aşk Çeşmesi'ne gitmişliğimiz vardı. Sırtımız dönük, para bile atmıştım evet:) Hatta İspanyol merdivenleri, coliseum, Vatikan kısaca Roma..

Eğlenceli, anlık kahkahaları engelleyemediğiniz, küçük-büyük sakarlıklarda, şaşkınlık nidaları -salonda pek çok kişi off ayy şeklinde tepki verdiği için- atılabilen, bir filmdi.
İşine son derece bağlı, güzel başrol oyuncumuz..kız kardeşinin düğünü için Roma'ya 1-2 günlük bir yolculuğa çıkıyor. Aşk Çeşmesi'ne atılan bir kaç bozukluğu sudan çıkardığı için, atan kişilerin, mucizevi bir şekilde "tanrıçası" haline dönüşüyor. Sevdiği kişinin de, bu kişilere dahil olduğu düşüncesi işleri daha da karışık hale dönüştürürken, mutlu sonla paralel bir mutlulukla salondan ayrılıyorsunuz:)

Remember Me / Beni Unutma..











Alacakaranlık Serisi'nden çokça etkilenen kişilerden, ikisi olarak Mel'le bu filmi seçmemizin, Robert Pattinson'la uzaktan yakından ilgisi yok diyemem:) Vardı..Tamamı ile bilinçli bir seçimdi. Hiçte pişman olmadık, doğrusu.

Geçmişte yaşanan kayıpların, acıların üstesinden gelen yada öyle sanan yüreklerin, acıların, özlemlerin, kalp kırıklarının, çabaların içinde gelişen bir aşkın anlatımıydı. Sadece yaşanan "an" ın değerini bilebilmenin..
Son sahnesi ile de darmadığın ediyor, sizi.