30 Oca 2011

vicdan..



Bir gün;
yanyana yürümemeye başlanır
hizanız bir olsa da.

gözlerini kaçırdığında değil de,
söylediklerinin ardında
saklamaya çabaladıkları
dolanır durur
ellerinde, dilinde
ha döküldü, ha sökülecek!

samimi-yet ne denli yeterli kalır
büyütürken o
kucağında buz dağları!


Bir gün;
vur dum duymazdın
o gün vurdu en çok sol köşenden
bildiği en apaçık yarandan!

Elini uzattığında
lütuf ihsan eyledi o..
Hata'sızdı
Suç'suzdu
-kendi değerlerinde-
Sustun.

Bir gün;
Adımlarının gerisinde kaldı.
Yürüyüp gitmek yakışmazdı
-vicdanına sor-
silkeledin, gittin!




18 Oca 2011

İstanbul Hatırası / Ahmet Ümit

Son dönemlerde okuduğum kitapların başı, sonu yada kendisi dönüp dolaşıp İstanbul'a çıkıyordu. Derken Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası ile ince ince içime işledi kendileri, blog şablonun değişme sebebi de tamamı ile bu kitapla ilgili.
Jean Christophe Grange (yazana kadar bir kaç kez nete bakmak zorunda kaldım)'ın Kızıl Nehirler'ini ilk okuduğumda, elimden bırakamamış, işe gidip-gelirken yol bana yetmemişti :) İstanbul Hatırası'nda da aynı lezzeti buldum. İnsani duygularla sarmalanan, hisli, romantik, kanlı, merak uyandırıcı, kan ve cinayetlerle bezenmiş, çok güzel bir kitaptı.
Her bölümünde yada her cinayette öğrenilen İstanbul'a ait tarih bilgisini de katarsak işin işine, mutlaka okunması gereken bir kitap.





17 Oca 2011

Deniz / Birhan Keskin


Uzun uzun bir yağmuru okudum,

Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,

Uzak bir kıyıya mektup yolladım.


Döndüm, derinde dövdüm kendimi.

Duydum, kırıldı içimde tuz sesi

Bir derine ağladım.

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,

Taşı gördüm ağırlık indi dilime)

Engin de kendinden uzağı özlermiş

Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.

Hayal kıvamıymış aşk,

Gülün kokusunu bademin neşesini

istedim.

Ah bilemedim de nasıl geniştim,

Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.

(Yeryüzü Halleri'nden)


13 Oca 2011

Lüsyen / Can Dündar













“Lüsyen” Çok küçük yaşlarımda, henüz ne gördüğümü anlamadığım bir dönemde rastlamışım, ilk fotoğraflarına. Abdülhakhamit’in tablosu, eşyaları, kalemleri ve çalışma masası ile beraber duvarda asılı resmine. Ama unutmuşum işte, baktıklarımı, dokunduklarımı..Tâ ki, Can Dündar’ın kitabını okumaya başladığımda, sayfaların arasında Aşiyan Müze’sindeki ( babamın uzun süre çalışıp, emekli olduğuTevfik Fikret’in müzesi) fotoğraflarını görünceye dek.

Abdülhakhamit döneminin elit, entelektüel ve hatta dâhi olarak görülen, yaşını başını almış zat-i muhterem kişilerinden biri. Lüsyen nerede ise onun yarı yaşından bile küçük. Birbirlerine besledikleri duygular, yaşadıkları zorluklar, ayrılık dönemlerinde birbirlerine yazdıkları sözcüklerle beslenen sevgileri.

Karışık duygularla okudum, kitabı. Onaylama, içten itirazlar, yadırgama, acıma, bazen haklılık payını da ekleyerek. Sadece yaşadıkları aşk değil, yaşadıkları o savaş dönemlerinde Anadolu’da insanlar çabalarken, yurtdışına kaçmaları, tutarsızlıkları vs.vs. Abdülmecid’in konuğu olarak Dolmabahçe Sarayı’na taşındığını, Zincirlikuyu mezarlığı’na çok büyük bir törenle ilk gömülen ilk kişi olduğunu da, bu kitapla öğrenmiş oldum. Okumalı J

içtihat..

Pazartesi nin anlamı olmalı

Salı nın “bir” anlamı..

Cuma nın bambaşka!


Günü güne devirirken..

Eklerken,

ard arda harfleri

Seslendiğin cümlenin

Tek bir anlamı olmalı

Benim bildiğim!

yitirdikçe, bilinen..



Geniş camların ardında

karanlıktaydın

Hüzün perdesi ardına dek açık.

Yalnız

Sessiz ve yitik.

Zifiri siyah emerken kendi içine doğru, bedenini.

Gözlerin

Ev ev

Sokak sokak

Tek tek parlayan ışıklarda

Bütün olduğunda geceyle

anladın.

Sadece

durduğun -bu- yerden görebilirdin

dışındaki umudu.

10 Oca 2011

Kaplumbağa Terbiyecisi / Emre Caner



Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu çok tanınmış olsa da, ben Çiçekleri düzelten o narin bayana ait tablosu'nu çok sevdiğim bir ressam olarak, ilgiyle okumaya başladım kitabını.
Yaşadığı döneme göre oldukça aydın ve entellektüel bir kişi olmasının yanında, hukuk okumak için Paris'e gidip, resime ilgisi nedeni ile okulu bıraktığını..Daha sonra Sadrazamlığa yükselicek olan İbrahim Edhem'in oğlu olduğunu, Osmanlı'da yapılanan ilk arkeoloji müzesi'nin müdürü olduğunu -Bu görevi sırasında Osmanlı toprakları içindeki taşınabilir bütün sanat ürünlerini, toplama, koruma ve sergileme düşüncesiyle çalıştı.-
Paris'te tanıştığı Alexandre Vallury'e Arkeoloji Binası'nın yapımını teklif eder.-Müze müdürlüğü sırasında pek çok kazı başlattığı gibi, İskendder Lahti’nin çıkarıldığı 1887 Sayda kazısına kendisi de katıldı. Arkeolog T. Reinach ile birlikte Sayda kazısıyla ilgili öenmli bilgilerin bulunduğuNecropole Royale du Sidon ve heykelci Ervant Oskan’la birlikte Le Tumulus de Nemwoud Dagh adlı kitapları hazırladı.-
Sanayi-i Nefise bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar'ın kurucularından olduğunu, resim bölümü ile kendisinin ilgilendiğini Mimarlık bölümünü ise Vallury'e emanet ettiğini bu kişininse; İstanbul Erkek Lisesi, eski Haydarpaşa Lisesi( ortaokul döneminde kısa bir süre de olsa, içinde okuduğum o muhteşem bina), Karaköy'deki yine pek çok mimarının da aynı kişi olduğunu öğrendim.
Güzel bir tarih kitabı, okunmalı :)




İstanbullular / Buket Uzuner



Hayatları birbirlerine değerek, içiçe, anlarını paylaşarak geçiren bir grup insanın..Tekil ama sesli düşünceleri. Birbirlerinden uzak ama aynı mekanda, farklı tepkilerle yaşadıkları bir İstanbul macerası..daha doğrusu, havaalanın dışına bile çıkmayan bir gün.

"Böyle korku dolu bayağılıklara ayıracak hiç zamanım yok! İstanbul'um ben, Ön Asya'nın, Yakın ve Orta Doğu'nun, Balkanlar'ın ve Doğu Ege'nin, Kafkaslar'ın ve Doğu Akdeniz'in en Avrupalısıyım ben! Çağ açan, çağ kapayan en güçlü şehriyim bu diyarların. Doğuştan Avrupalıyım; hem Bizanslı, hem Romalı, hem Osmanlı, Hem Türk'üm! Bir zamanlar şahsımın başkent olduğu devlete ve mülke bizzat "Avrupalıların Avrupa'nın hasta insanı(!) adı taktıkları şehr-i İstanbul'um ben!
Akdenizli, Karadenizli, Egeli, Avrupalı ve Avrasyalıyım, binlerce yıldır türbanlı dilberden saçları belinde salınan güzele, fesliden şapkalıya, feraceliden peçeliye, kalpaklıdan kasketliye, takkeliden kippalıya, kapalıdan açığa, her çeşit İstanbulluya bir arada yaşama şansı vermişimdir bağrımda, şimdi neden bu yüzyılın başında değişecekmiş karakterim, buna inanacak fâniye şaşarım! İstanbul'um Ben, ölümlülerin aşk ve ölüm korkusuyla ölümsüz kıldığı, şehirler şehri, cihan ecesiyim.
Benim adım İstanbul"

6 Oca 2011

tekrar..


Bir güne, kaç duygu sığabilirdi?

Sen
her düne;
her yarına; onunla var'dın.
Şaşkın!