30 Tem 2010

Tekrar..




İki yüzün var, senin
İki yüzünden biri , melek
İki yüzünden biri, boşluk.

İkiyüzlülüğünde, yok değil ama
Biri insan içinde
Biri kendi içinde!

27 Tem 2010

Babil'de Ölüm, İstanbul'da Aşk - İskender PALA




Onlar aşkı birkaç açıdan ele alıyorlar. Mecazî, ilâhi, mistik ve tensel. Hilleli şairin önemsediği aşk ise plâtonik bir vadide akıyor. Doğu’da gönül diye bir şey var ayrıca. Kelime anlamı bizim yürek veya kalp dediğimiz şey ama ondan çok ayrı bir kavram. Bir nesneden çok bir tavır, somuttan çok soyut bir öğe. Muhammediler dışında gönlün ne olduğunu tam olarak açıklamak mümkün görünmüyor. Onlar da bunu açıklamıyorlar zaten, yaşıyorlar.
Çünkü, aşk gönülde tecelli ediyor, doğuşu da varlığı ve batışı da gönülde. Bizim bildiğimiz sevgi ve tensel ilişkiler Doğulu aşkın yalnızca bir versiyonu, hatta en aşağı versiyonu. Ondan ötede daha yedi katman var aşk için.
Bu öyle bir hastalık ki, hasta bu hastalıktan zevk alıyor ve kurtulmak, derman bulmak istemiyor. Öyle bir acı ki, aşk sahibi bunu arzu ediyor ve aşk derdine uğrayan kişi bir daha iyileşmek istemiyor. Acı çeken, acıdan kurtulmayı denemiyor. Zor gibi gözüken şeyleri kolay gösteren de, doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştiren de o.
“seven” bir sıfat orada ve “sevilen” bir isim. O ismi bilmek sevmek için de, uğruna ölmek için de yeterli. Seven sevilenin uğrunda daima hasret, hicran, ayrılık, firkat acıları ile besleniyor. Acılar olmadan, uykusuz geceler olmadan, huzur bulamıyor âdeta. Bu yüzden âşıklar Doğu’da, yıldızların çobanı olarak bilinir. Onların gözkapakları bulutlara ders okutur, gözleri denizlerle yarışır.
***

Eski şairler romanları ya mesnevi biçiminde uzun uzun yada bir roman konusunu bir tek beyitte kısacık ama derinlikli anlatıyorlardı. Onların romanları da piyesleri de, ya bir cengaverin, bir kahramanın ölümsüzlüğünü anlatmak yada ibret alınacak bir öyküleme için var idi; insanların çatısını açıp evlerinin içine bakar gibi müzevirliklere tenezzül etmezdi.
Rahmanî iken beşerîliği tercih etmeyi aklım almıyordu. Ruh iken kalıp olmayı, mânâ iken maddeye kısılıp kalmayı, soyut var iken somutlaşmayı hazmedemiyordum ben. Bütün somutlar ancak soyut için olmalı, bütün maddeler mânâ uğruna harcanmalıydı bana göre.
Zaten efendim Fuzulî’ninde, eski efendileriminde yaptıkları bundan ibaretti. Onlar soyut konuları anlatır ama örneklerini somut olandan seçerlerdi. Böylece yaşanılan hayat veya elle tutulan dünya, hissedilen duygu ve görünmeyen düşünce için bir araç olurdu.
***

"İşin bir de farklı boyutu vardı. Satırlarıma gözlerini iliştirenler, başkalarına hissttirmediklerini sandıkları acıları benden gizleyemediklerini bilselerdi, acaba bana hangi duygularla yaklaşırlardı?" diyordu, bir satır arasında L&M yada Fuzuli'nin sayfalarına döktüğü aşkı, en başında Leyla'nin öptüğü anda hisseden, o çilek, parşömen kağıdı, kendine yakıştırdığı adı ile Kays. İçindeki Akeldan'ın sırlarıyla, yedi yılda bir toplanan, yedi kişiden oluşan BC üyelerinin elinde hırpalanan, diyar diyar gezen, o kitap.
"Bir kitapta yazarın ilk yazdığı değil, okuyanın son söylediği önemlidir muhakkak. Kitapların ve yazarların değişmez kaderidir bu. Bunca didinmelerim ve iğneyle kuyu kazmalarım, o son sözü doğru söylemek içindir.
Doğu, ak, erkek ejder yılıydı. Güz rüzgârlarında, divitimi yakut hokkaya bandırıp bu öyküyü yazmaya başladım. Ve Fuzulî'nin dizelerinde bir aşk oluverdi yirmi üç bün yıllık gizem.."


18 Tem 2010

biraz gerçek, biraz rüya..



Fırçadan damlarken suya, renk
dokunup en ortasına, bilinçli tercihinle dağıttın.

Yayıldım.

Dalga dalga
Renk renk
koyudan, açığa..

Eğildin; yüreğine kadar uzandı mavi
Yüreğime kadar deniz!

Döndüğünde arkanı,
Beyazdı; üzerime düşen gölge

Yanıldım.

Gölge sandığım, bomboş kağıt parçası.
Sıyırdın aldın renklerimi

Oldum, ebruli!

9 Tem 2010

tekrar..



küçüldükçe küçülürken, sen

onurundan değil
varlığımdan, varlığını azaltırken!

tüm değerlerin, ağırlığınca
yük bindirdin
yüreğime!

4 Tem 2010

Okunup, eklenemeyenler..

Eski Ankara, eski zamanlar, daha doğrusu siyah-beyaz zamanlardan başlayıp, günümüz Türkiye'sine, İstanbul'a ve insanlara ait kısa kısa anlatımlar..Bir şekilde hayatını etkileyen, hikayeleri ile kişilikleri ile akıllarda kalanları yazmış Puna Pamir. Son bölümden azıcık bir ekleme yapmak istiyorum.

"Uzun yıllar bu sandığın içindekileri aynı anda okumayı, hatta görmeyi yüreğim kaldırmamış. Bir psikiyatr bana, insanlar kolayca başaramayacağı şeyleri sürekli erteler demişti. Demek ki ben de sandığın içindekileri bir anda yüreğime sindirmeye hazır değildim. Tümüne birden bakmayı hep erteliyorum. Yine de ara sıra sandığı açıyor ve bazen sadece gazetelere göz atıyorum, bazen resimlere, bazen de annemin babama yazdığı ve babamın yazdığı bir mektubu açıp okuyorum. Ama hep üstünkörü ve sadece bir tanesini. Tümünü, sadece gözlerimle değil duygularımla da okuyacağı ve kendimi geçmişin izleri ile kahretöeye göze alacağım bir günün elbet geleceğini bilerek..."


Bunu ekleyince, bir kaç bölüm öncesinden de, bir-iki satır eklemeli diye düşündüm.

"Babam, 1952 yılının 5 Haziran günü Kore'de öldü. O gün annem, radyoda akşam haberleri okunmadan az önce eve gelmişti. Oturma odasına girince başından şapkasını bile çıkartmadan (o yıllarda kadınlar çoğunlukla sokağa çıkarken şapka giyerlerdi) hemen radyonun yanına gidip ses düğmesini açmış ve tam o sırada babamın ölüm haberini on dokuz haber bülteninin (ondokuz haber ajansı denilirdi o zaman) ilk haberi olarak bizimle birlikte duymuştu. O sırada ben beş yaşımdan biraz büyüktüm."......

"Babam, Kuzey Kore'yle Güney Kore arasındaki savaşta Güney Kore'ye yardıma giden Birleşmiş Milletler Ordusunda yer alan Türk Tugayının Komutan Yardımcısıydı."

D&R yada bir marketten, ucuz etiketi ve ismi ile dikkatimi çeken, ama okudukça kendini sevdiren, saran bir kitaptı..


MÜKEMMEL BİR GÜN


D&R dan, ucuz satılan kitaplarının arasından eleyerek seçtiğim bir kitap :)

İlginç olansa bu sıradan düşüncesi ile aldığım kitap, Ferzan ÖZPETEK'in bir kitaptan aktardığı ve 65.Venedik film festivali'ne katılmaya hak kazandığı bir filmmiş.

Başta farklı gibi görünen anlatıcıların, sonrasında birbirleri ile yaşamlarının içiçe olduklarını ve olayları kendi bakış açılarına göre görmemizi sağlayan bir üsluptaydı..
Sonunu maalesef tam olarak anlayamadım. Oldukça trajik bir şekilde bittiğini belirtmeliyim.

Tam olarak anlayamama nedenim ise; 256.sayfasına geldiğimde devam sayfasının yine tekrar 225.nci sayfaya dönmüş olmasaydı :) Şaka gibi ama gerçek..225.nci sayfa tekrardan başlayıp yine 256'ya kadar devam ediyor ve oradan 289'a atlıyor.

D&R'a bir şikayet maili attım, cevap alamadım. Aldığım mağazalarına tesadüf uğradığımda, fişi ile getirirseniz gibi bir açıklama da, bulundular. Sanki marketten alınıpta eve gidince, bozuk çıkan bir yiyecek maddesi gibi. Ki, ne zaman alıp kütüphanemde beklettiğimi bile bilmiyordum. "Önemli olanın değiştirmek, yenisini almak olmadığını bir kitap mağazasasında, seyyarda satılan kaçak kitaplar da, bile olmayan bu teknik hatanın olmaması " gerektiği fikrini anlamayan kişilerle konuşmanın sonuç vermeyeceğine inanarak, sadece kendimce kınadım..


OLASILIKSIZ - Adam FAWER
Çok konuşulan ve geç okuduğum bir kitap için, sanırım tek denebilecek olan..bu kurgu, zeka ve hayal gücünü taşıyan yazar, tüm övgüleri hak ediyor, olabilir. Diğer kitapları da okunmak üzere, sırada bekliyor.