19 Şub 2009

Bildik Bir Öykü / (kaçtı unuttum)

Erken geldiğim için Mezuniyet Balosu’nun yapılacağı otelin girişinde, aylak aylak dikiliyorum. Gelen geçen herkes gülümsüyor. Tanımasam da, çoğunluğunda yüz aşinalığı ve bugünün neşesi var ya, gülüyorlar işte. Sınıfta ki birkaç kişi salona doğru geçmek için ısrar ediyor.
“Yok, burada bekliycem.” Diyorum.

Gözlerim yolda. Geliş anını kaçırmamalıyım. Bundan sonrası için, yüzünü göremeyecek olsam bile, böyle hatırlamak istiyorum.

Bir taksi yanaşıyor, babası ile iniyor içinden. Rahatsızlık vermemek için, uzaklaşıyorum biraz. Elimde değil, düşünmemeye çalışsam da..hep aklımda. Onun gözü beni görmüyor, sesimi bile duyduğundan şüpheliyim aslında. Ali’yi o kadar çok seviyor ki, o coşkusu bile hoşuma gidiyor.
Bir gün olsun dönüpte, diyemiyorum “kızım, bu çocuk şımarık bir zengin çocuğu. Züppenin teki.”
Yanlış anlar, biliyorum. Yanlış anlardı yani, artık bir açıklama yapmak içinde çok geç. Kaç kez gördüm, başka kızlarla el ele. Onu üzgün görmemek adına söylemedim, ne büyük hata yapmışım. Bilseydim, çeker kolundan uzaklaştırırdım.

- Mehmet, hadi gelsene oğlum..

Mustafa’nın sesi ile irkiliyorum. Orkestra da bir arkadaşım var diyordu, o şarkıyı biliyorlardır mutlaka. Onu çaldıklarında dans edicem onunla, ilk ve son kez. Seni ben seviyorum dediğimde, anlar mı anlatmak istediklerimi..

**



- Seher, Ayla ile kesin sözleştiniz dimi? Babası bırakıcak gece dönüşte sizi.
- Evet, babacım. Merak etmeyin, biter bitmez “alooo” diyicez. Gelicek babası.
- Tamam, dağıtma sakın.

Öpüp yanaklarından, acele acele salona giriyorum. Kalabalıkta dolaşıyor gözlerim, tanıdık çokta, bizimkileri göremiyorum. Ayla yok henüz. Nilgün’le Fatoş’u görüyorum bir masanın başında. Görmememde mümkün değil hani, şehirlerarası yolculuktan dönen biri gibi el kol hareketleri ile karşılıyorlar beni. İlişiyorum yanlarındaki sandalyeye.

Onlarla etraftakileri çekiştirirken görüyorum Ayla’yı. Suratı beşkarış. Elbisesi çok frapan, annesi zorla mı aldırdı acaba? Ondan mı tadı kaçtı? Nerdeyse koşarak gidiyorum yanına.

- Nerde kaldın arkadaşım, biticekti balo. Gülüyor.
- Aaa tüm eğlenceyi, dedikoduyu sana bırakmazdım. Geldim yine de dimi?
- Neyin var senin? Elbiseye mi taktın?
- O da var tabii. Nişan elbisem canım, annem bunu giymem için bir baskı, bir pres. Hani göndermem bile dedi nerdeyse.
- Ee abartıyorlar ama yaa!
- Kızım abartmak ne kelime, bu değil sonraki hafta nişanım var.
- Çok acele ettiler Ayla. Nişanlını sen tanımadın bile.
- Umurlarında mı sanıyorsun?
- O zamannn, bende bu elbisemi giyerim.
- Seher bir şey söyliycem.
- İzin mi istiyorsun salak, söylesene..
- Aile arasında olucak dedi bizimkiler, arkadaşlar gelmiyecek.

Çok bozuluyorum aslında “olsun, peki” dememe rağmen. Ne hayaller kurmuştuk, neler yapıcaktık demiyorum. Onun da istediği şeyler değil bunlar, biliyorum. Bütün neşem kayboluyor.

- Ayla, Ali’yi göremedim ben. Gelmedi mi acaba?
- Şey, geldi yani aynı araba ile geldik, beraber. Gibi bir şeyler geveliyor.

Boş gözlerle bakıyorum. Anlıyor tabii ki, anlayamadığımı.

- Hani aynı sitede oturuyormuşuz demiştim ya sana.

Evet, bunu hatırlıyorum. Gidemediğim çay davetinde, beni sormak için yanına geldiğinde sohbet etmeye başlamışlardı, laf lafı açtı demişti.

- Biliyorum bunu Ayla!
- Aynı okuldayız diye konuşmuştuk bizimkilerle de, nişanlı kızsın, yalnız göndermeyiz diye tutturdukları için..onunla gönderdiler. Dönüşte de bizi o bırakıcak.

Sonradan düşündükçe, onunla eve birlikte dönücek olma hayali o an beni , o kadar sarmıştı ki ..diğer tüm ayrıntıları görmemeyi seçmiştim. Görmezden gelmek, daha kolay gelmişti belki de…

Hiç yorum yok: