
Dizi, film, kitap..Neden hala ilgimi çektiğini bilmesem de, yine sıkılmadan izledim. Sakin, dingin, minik dokunuşlar, kaçamak bakışlar, çok değil az sarfedilen sözler yeterse size de, izleminizi öneririm:)
Şair yazar Murathan Mungan’ın Temmuz 2005'te yayımlanan Elli Parça kitabının birinci bölümünde okurlarıyla buluşan “Şairin Romanı” 8 Nisan’da kitapevlerinde, hem karton kapaklı hem sert kapaklı olarak satışa sunuluyor. Görsel Tasarımını Hakkı Mısırlıoğlu’nun yaptığı kitap, kapağının yanı sıra her bölüm için özel olarak tasarlanmış 7 iç bölüm kapağından oluşuyor.
“Şairin Romanı”, teknolojinin, elektriğin, modern diye tanımlanabilecek birçok şeyin keşfedilmediği, dünyanın kadim zamanlarını andıran “Yerküre” adlı bir gezegende hemen hepsi şair olan kahramanlar arasında geçen, çok kişili, çok olaylı, uzun soluklu bir roman.
Batı’nın modern çağ fantezi romanlarıyla Doğu’nunBinbir Gece Masalları’nın özgün bir bileşimi “Şairin Romanı”, pikaresk roman geleneğinden başlayarak roman sanatının geçirdiği çeşitli evrelerden masalsı bir dille nasibini alan yekpare bir anlatı kuruyor. Zaman zaman tabiat tapınmacılığına varan pagan bir duyarlık taşıyan roman okuyucularına yol boyu geçilen şehirleri, binaları, ağaçları, çiçekleri, hayvanları, gelenekleriyle başlı başına birgezegen sunuyor. Romanda, aşk, macera, intikam, yolculuk, kimlik değiştirme, bir esrarın aydınlatılması gibi roman sanatının belli başlı tüm izlekleri saklı bir ironiyle yer alıyor.
Dedi ki, buğulu sesiyle
Yağmur ve çamurun birbirine karıştığı işlek bir cadde de
Eteklerimi toplamış gidiyordum, telaşlı.
Siz, o süslü şapkanız,
bastonunuz ve şık kıyafetinizle atların çektiği arabanız içinde
Kısa
Kısacık bir an göz göze geldik.
Ki, kavuşamadığımız aşikâr.
Bayım, beyazlara bürünmüş esmer tenli köleydim,
Yeşillikler içinde bir bahçe de, yeni açmış çiçeklerin üzerinde
Vakit geçirmek için yanıma gelen bir sahiptiniz!
Teninizin tadı eski günlerden aşikâr.
Bayım, kadınlı-erkekli kalabalık bir meydan.
Belki, panayır
Belki, düğün.
Tokmadığın davula inen tok sesi.
Süzülen bakışlarım,
yine size değen bakışlarım.
Basmadan elbisemi düzeltmişimdir birkaç kez, çekinerek.
Yeleğinizin cebinden çıkarıp sarma sigaranızı yakmışsınızdır, efkârlı.
Ola ki, kavuşmuşuzdur o seferinde.
Ağustos böceklerinin seslerini dinlediğimiz gecelerde, öğrenmişizdir
Karşılıklı susmayı.
Yorgun gün sonlarında, birbirimizde soluklandığımız aşikâr.
Dedi ki, buğulu sesiyle
Aşk mı dediniz bayım?
Bunca kalabalıklar içinde
Dönüp dolaşıp
Dönüp dolaşıp aynı insana yanmaktan başka nedir ki?
Sessiz kalıyorsam
İki çift kelimeyi ardı ardına ekleyememekten değil!
Öfkenin zehiri saçılırken etrafa
Karalarken adımı
Geçmişimi
Huyumu
Sükût edebimdir!
Hakaret edebilme hakkını kendinde görüyor olman
Karşındakinin bunu hak ettiği anlamına gelmez!
Selam’a selam
Sevgi’ye sevgi
Alkış’a alkış
Hakaret’e hakaret
Katamam
Deşme!
“Dön,
Zaman değişsin
Dönsün geçmiş”
Sıralanıyor cümleler önce gözlerindeki bakışa
sonra derinlere
İzliyorsun
Sözler eksik kırık, dökük..
ne eksik
ne ?
Tek kelimesiyle içindekileri savuran!
Minik bir toz zerresi olsan da, şu yeryüzünde
“En önemlisin” i hissettiren sana
Hani özlemlerin ateşi
Öfkenin
Kendi kendini bitiren kıskançlığın
Eş değeri!
Yüzüne yansıyan güneş
Ah heyecanlar
O’nu beklemeler
O’na varmalar
O’nu hatırladıkça
hatırladıkça yaşıyorum sanmalar
ah minel aşk!
dön ki,
değişsin bugün
aşk değiştirsin; aslına varırken zaman!
“Omuzun, dayalı kaldığında
kapının ardında / dışarıda kalakaldığında
belki, anlarsın.”
Yüzüne yayılan tatlı tebessüm de silinir
İçine dokunan huzurda..
Ellerin!
İlk
eller koyar mesafeyi
uzak ve o denli yabancı.
Gözlerin!
Yüze düşmeden izi
Varlığın etrafında dolanır, ürkek.
Beden terk ettiğinde;
ruh çoktan kopmuştur bağlılık yemininden
ağlarsın!
İyi bir masal anlatıcısı masalı yaratmaz, yalnızca ve yalnızca yaratılmış olanı anlatır. Zaten o masal, yüzlerce yıldır, binlerce yıldır, zamanın ve insanın soluklarından meydana gelen sıcak rüzgarların ve insanın gözyaşlarından gelen yağmurların etkisiyle şekillenmektedir.
---
Düşünüyorum da sanki bazen ellerim başkasının elleri, kendi zihnime tamamen yabancı başkasının elleri, bazen de ellerim bana ait, ama zihnim benden çok uzaklarda, almış başına gitmiş. Aslına bakarsanız bazen bu durum ellerimin başına geliyor, bazen gözlerimin; bazen de adeta bütün gövdem başka biri oluyor, zihnim başka birisi. Bu yüzden olsa gerek, kimi zaman ellerimin arzuladığını ruhum unutuyor, ruhumun arzuladığını da ellerim.
---
İnsana verilen her ad, o adı daha önce taşıyanın ruhunu da taşısın diye ona bağışlanır.
---
Eskiler der ki, kalem gözyaşlarını döker, kitap gülümser. Böyle say sen bu kitabı.
---
Zaten ne tuhaf sözcüktür şu “baş başa” sözcüğü, insanı bir anda iki kişi yapar!
---
“Sorunu şöyle cevaplayayım” demiş, mimar. “Şu iki şişenin içinde farklı iki sıvı var. Biri dağdan gelen su, diğeri ise beyaz şarap. İkisi de şişenin içinde aynı durulukta ve berraklıkta gözüküyor. Ama dudaklarıma değdiğinde, içlerinden biri beni alev alev yakıyor. Diğerini hissetmiyorum bile. İşte bu, aşktır.”
---
Hakikatçi der ki, her birimiz başkası için yaşarız. Birimiz olmadan öbürümüz olmaz. Öykü anlatmak yaşamın tarifidir, başka bir şey asla değil. Anlattığımız, sanki, eski bir yaşam gibi işitilir. Oysa anlatan, yaşadığını anlatırken yaşar. Anlatırken, yani yaşar iken, ölümü öteler, yaşamı uzatır. Artık bir anlatı, bir öykü haline gelen geçmiş yaşam, hem şimdi zamanı, hem gelecek zamanı yaşatır. Yaşam, yaşamı anlattıkça yaşamı yaratır. Geçmiş, şimdiyi ve geleceği yaratır. Zaten anlatmak, yaşamı düşünmektir. Yaşamak ve anlatmak nasıl oluyor da aynı fiilin iki farklı adı oluyor? Şundan oluyor ki, insan, yaşadığını bilen tek yaşayandır.
---
Tuhaf olanı anlamak için tuhaf olanla yüzleşmek gerekir, tuhaf olan yollara sapmak, tuhaf olan gülüşün peşinden gitmek, tuhaf hislerin esiri olmak, büyülenmek, ruhun ve bedenin simyasına boyun eğmek gerekir belki de. Kendini yıkmadan, tamamen yıkmadan yenileyemediğin gibi, kendini kaybetmeden yeniden bulamazsın, böyle öğrendim eskilerden.
---
Eskiler der ki, geçmişin anlamlar hazinesini bir ejdarha bekler, bu ejderhanın adı kalemdir. Bu ejderhanın dişlerini yeni sözcüklerle doyurmak gerekir ki, o da bize kendi hazinesinden sözcükler bağışlasın. Öyle yaptım, heybemdeki sözcükleri ejderhanın ağzına tane tane, bazen avuç verdim ve tükettim. Elimi attığımda, heybenin diplerinde, kıyısında köşesinde tek tük sözcükler kaldığını hissediyorum ama bunlar ejderhanın dişinin kovuğunu doldurmaz.
Binbir Gece’de Yolculuk I –Hayata ve Ölüme Dair
HAKİKATÇİ-Özcan YÜKSEK
Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.
(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)
Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.
Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.
(Yeryüzü Halleri'nden)
“Lüsyen” Çok küçük yaşlarımda, henüz ne gördüğümü anlamadığım bir dönemde rastlamışım, ilk fotoğraflarına. Abdülhakhamit’in tablosu, eşyaları, kalemleri ve çalışma masası ile beraber duvarda asılı resmine. Ama unutmuşum işte, baktıklarımı, dokunduklarımı..Tâ ki, Can Dündar’ın kitabını okumaya başladığımda, sayfaların arasında Aşiyan Müze’sindeki ( babamın uzun süre çalışıp, emekli olduğuTevfik Fikret’in müzesi) fotoğraflarını görünceye dek.
Abdülhakhamit döneminin elit, entelektüel ve hatta dâhi olarak görülen, yaşını başını almış zat-i muhterem kişilerinden biri. Lüsyen nerede ise onun yarı yaşından bile küçük. Birbirlerine besledikleri duygular, yaşadıkları zorluklar, ayrılık dönemlerinde birbirlerine yazdıkları sözcüklerle beslenen sevgileri.
Karışık duygularla okudum, kitabı. Onaylama, içten itirazlar, yadırgama, acıma, bazen haklılık payını da ekleyerek. Sadece yaşadıkları aşk değil, yaşadıkları o savaş dönemlerinde Anadolu’da insanlar çabalarken, yurtdışına kaçmaları, tutarsızlıkları vs.vs. Abdülmecid’in konuğu olarak Dolmabahçe Sarayı’na taşındığını, Zincirlikuyu mezarlığı’na çok büyük bir törenle ilk gömülen ilk kişi olduğunu da, bu kitapla öğrenmiş oldum. Okumalı J