28 Nis 2010

anlam'sız..







Üfle,
soluğunu yeni bir bahara..

Hiçbir şey eskisi gibi değil
biliyorum.
Taze yeni bir sabahın kokusuna, sal beni..

Bir tepede,
yeşillikler içine uzanırken bedenim
bir tek mavi gökyüzü
bir tek beyaz bulutlar
ve ben..

Beklersen!

Bir bir dağılacak umutlarım
soğuğa teslim bedenim
karanlık günlere tutsak.

Hiç bir şey
bende eskisi gibi değil, biliyorum..

Olympos'a yetişir mi çığlıklarım?
duy sesimi!

Ilık bir bahar güneşinin
öğlen telaşına, kat beni..

.
Resim, diğer adı ile Venüs'ün doğuşu tablosundan bir bölüm.

Zephyros : Batı rüzgarı, ilkbaharın müjdecisi
Flora : Yunan mitolojisinde yeşeren bitkilerin çiçeklerin tanrıçası

27 Nis 2010

İnci ARAL / Mor



Denizler de karalar da ben de aynı kara deliğin içinden üflendik dünyaya, diye düşündü Armağan. Bu yüzden yorgunluğumuz sabrımız ve direnmemiz aynı. Gözleri acıyordu. Duyduğu ıstırabı tanımlayacak sözcükler çok kullanılmış, kof ve sınırlıydılar. İçindeki düğümlenmeyi çözebilmek için onlardan çok daha zengin, esnek ve çoğul bir dil gerekiyordu.

**


Ayrıca ilk kez yaşıyordu böylesini. Yaşamak mı? Elbette. Rüyalar çoğu zaman, gerçekten daha gerçektiler çünkü. İnsanın en karmaşık, en dokunulmamış eğilim, arzu ve kaygılarını ortaya koyarlardı. Bozulup eğilmemiş, törpülenip yavanlaşmamış derin içselliğini. Kalıpların, yasakların içinde ketlenen, bastırılan duyguların, denetim ortadan kalktığında sere serpe ortaya dökülen gündelik tutanaklarıydı onlar.

**

Kitabın ilk sayfası, başka bir kitaptan alıntı ama çok hoşuma gittiği için eklemek istedim.

Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor. "Peki köprüyü taşıyan taş hangisi? "diye sorar Kubilay Han.
"Köprüyü taşıyan şu taş yada bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi" der Marco.

Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür.
Sonra ekler: "Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer."

Marco cevap verir: "Taşlar yoksa kemer de yoktur."İtalo Calvino-Görünmez Kentler-

Not: İnci Aral bu kitabıyla, 2004 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı'nı almış, onu da eklemeliyim.

20 Nis 2010

Deneme - 1


Çok uyuduğumu düşünerek, bir an önce yataktan fırlamak isteği ile açtım gözlerimi.

O güne kadar hiç yapmadığım bir şeyi, çıplak uyuduğumu fark ettim önce. Sonra, üzerinde yattığım o garip yastık, çarşaflar, hatta derme çatma bir tahtadan yatak. Usul usul, örtüyü üzerime çekerek, çatı katı olan o yere bakakaldım. “hadi, in aşağıya artık” diye anne tonunda bağıran sesi duymamla, nerede olduğumu anlamak için yuvarlak havalandırma deliği gibi açılmış pencereye koşmam bir oldu. Uçsuz bucaksız bir düzlükten başka bir şey yoktu, gördüğüm. Az ileride, eski filmlerden hatırladığım ahır benzeri yapıyı saymazsak.

- Çabuk olsan, iyi olur. Ne bulupta yiyeceksin sofrada

Sandalyenin üzerinde duran beyaz patiska vari elbiseyi üzerime geçirip, saçlarımı ensemde toplayıp, içimde korkunun titremeleri ile indim merdivenlerden.

Bir yığın yüz vardı, tahta masanın etrafında ve genelde yaş ortalaması küçüktü. Bir küçük afacanın beni en alt basamakta fark etmesi ile kahkahaları başladı. Tamam, dedim. Kamera şakası bu işte. Eşeğin biri, eğlenicek diye, sana böyle bir oyun hazırladı. Bitti işte, kamera nerede ?

Değilmiş..

“gecelikle neden aşağıya indin” diye soruyordu anne tonunda ki ve görünümündeki kadın. Bön bakışlarıma karşılık, kolumdan sandalyeye çökertti beni.

O sırada, pencere kenarında ki ince telli gözlük takmış olan kişinin, gözlerini ayırmadan beni takip ettiğini hissettim. Yanına gittim.

- Neden durmadan bana bakıyorsunuz?
- Hayır, sana bakmıyorum.
- Bakıyordunuz.
- Bazen, saçlarına bakıyorum. Bazen, gözlerine yada ellerine, yüzüne.
- Benim onlarda ve bu kadar dikkatli bakmanız, rahatsızlık verici.

Arkamda ki, kırkırdaşmaların yine çoğaldığını fark edince, soran gözlerle masaya döndüm.

- Bu sabah neyin var senin, küçük hanım.Neden o sandalye ile konuşmaya çalışıyorsun?

Hapı yutmuştum. Demek ki, olan az aklımı da kaçırmıştım. Delirmiştim ben, başka bir izahı yoktu bunun.

17 Nis 2010

yoldan çıkmadan, yola çıkmalı..





Şakacı kahramanlarımı da getirdim yanımda,
hadi gidelim.
Upuzun bir sirk otobüsünün
rengarenk tekerlekleriyle,
denizlere, göğe,
ulaşamadığımız ve gökyüzü ile
birleştiremediğimiz uzaklara gidelim seninle..

şimdi yol zamanı.

Tüm renklerini bulayarak üzerimize,
ezgileri mırıldanarak kulağımızın arkasından tüm evrene
alnımdan akan bu yazısız filmi
benimle izle,
gel benimle
bana da anlatarak tüm bu olup bitmeleri..

Bir deniz fenerinde ışık olmak için bir akşam
mavi bir göğe doğurmak için tüm geceyi,
sancılarını unutmak için upuzun bir kışın..
Olduğumuz meydana kuralım çadırımızı..
Ne Nisan yağmurları,
Ne Mayıs sıkıntısı,
kucakladığımız mutluluğa sarılalım
sadece sen ve ben.

Arda kalanlar toplanır nasıl olsa,
Bir iki elyazması, kırık satırlı bir kaç şiir;
bir defteri bile dolduramayan..

// gün yanarken erkenden

jelizarose
http://wwwtideland.blogspot.com

10 Nis 2010

gece'den..




Arthur H - Lilly Dale.mp3 ">

gün, yorgun omuzlarında taşır hasreti
geceye vardığında; uykuya savrulan
koyu-gri, gam’dır
yorgan altında süzülen
o, tek damla gözyaşının gerçeği!

yanarken, anılarından birkaç gün
is lekesinin ortasında belirir
adının yitik harfleri..

Parmak uçlarında
incecik
göz görmez, kağıt kesiği sızı!

akarken, kan yerine sözlerin
göğe yükselen şiirin peşine takılan; ağıttır
o, acıtan kelimelerin gerçeği!

5 Nis 2010

Leap Year / Türkçe adı Aşka Yolculuk :)



İrlanda eski adetlerine göre; 29 Şubat tarihinde, sevdiği erkeğe evlilik teklif edebileceği düşüncesi ile...kendisine yüzük yerine, küpe alan kardiyalog sevgilisinin peşinden yollara düşen, planlı-programlı, titiz, mükemmeliyetçi bir bayan :)
Dublin'e gitmemesi için hava, yol şartları devreye girse de, özel arabası ile götürmesi için bir başka kişiyi yüksek bir bedel karşılığında ikna ediyor..
Aksilikler, sakarlıklar, tabiat, manzaralar, başroldeki Amy Adams, her filmde görsekte, itişip-kakışıp sonunda arada oluşan o çekim ve enerji, İrlanda, türkçe alt yazı eşliğinde dinlediğimiz müzik, kısaca güzeldi :)




Dinlemeli : http://www.youtube.com/watch?v=L2C98_-92Nk&feature=related

3 Nis 2010

vs.vs.vs



Isıtmadın ki düşlerini, sözlerle
gözlerde görmediğin gibi parıltını..

Bir kış daha biterken
eldivenlerinin ısıttığı parmakların,
bugünlerde
ah yine
ince ceketinin cebinde, üşüyor.

Ah’tı, beddua belki “hep böyle kal”
Öyle kaldın.

Kaşkollar, şapkalar, kalın bir palto
Bir iki rüzgarda dönen şemsiye
Boş bir sahil
Gri rengi ile kabaran deniz.
Karda kayan, çizmelerin
Yüzünü gösteren güneşe inat, titreyen bedenin
Kuru öksürükler
Koparıp atmasan da takvimin yapraklarını
seni beklemeyen saatler!

Koltuğun aynı köşesinde, aynı fincandan yudumlarken kahveni
Okuduğun kitaplar..

“varsın” diyen bir “yokluk”
Kabullendiğin de değil, nihayet anladığın!

-Ya suyun öte yanı
Ya da hiçbir zaman
Zaten sözcükler kilitli
Konuştum, konuştum, konuştum, konuştum
Bir baktım ki daha başlamamıştım
Konuştum, konuştum, çok konuştum
Anladım ki hiçbir şey anlatamamıştım-**

**Bülent Ortaçgil – Hiçbir Zaman


http://www.fileden.com/files/2010/3/15/2794336/HICBIR%20ZAMAN%2004.mp3