Denizler de karalar da ben de aynı kara deliğin içinden üflendik dünyaya, diye düşündü Armağan. Bu yüzden yorgunluğumuz sabrımız ve direnmemiz aynı. Gözleri acıyordu. Duyduğu ıstırabı tanımlayacak sözcükler çok kullanılmış, kof ve sınırlıydılar. İçindeki düğümlenmeyi çözebilmek için onlardan çok daha zengin, esnek ve çoğul bir dil gerekiyordu.
**
Ayrıca ilk kez yaşıyordu böylesini. Yaşamak mı? Elbette. Rüyalar çoğu zaman, gerçekten daha gerçektiler çünkü. İnsanın en karmaşık, en dokunulmamış eğilim, arzu ve kaygılarını ortaya koyarlardı. Bozulup eğilmemiş, törpülenip yavanlaşmamış derin içselliğini. Kalıpların, yasakların içinde ketlenen, bastırılan duyguların, denetim ortadan kalktığında sere serpe ortaya dökülen gündelik tutanaklarıydı onlar.
**
Kitabın ilk sayfası, başka bir kitaptan alıntı ama çok hoşuma gittiği için eklemek istedim.
Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor. "Peki köprüyü taşıyan taş hangisi? "diye sorar Kubilay Han.
"Köprüyü taşıyan şu taş yada bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi" der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür.
Sonra ekler: "Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer."
Marco cevap verir: "Taşlar yoksa kemer de yoktur."İtalo Calvino-Görünmez Kentler-
Not: İnci Aral bu kitabıyla, 2004 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı'nı almış, onu da eklemeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder