28 Mar 2010

Serseri Mayınlar / Mine Vaganti..


Geçmiş bir güne ait renklerle başlıyor film, o ilk anda, sevdim filmi aslında. Sonrasında, ne izleseydim, ne dinleyeseydim, farketmezdi sanırım:) Bir de, İtalya'yı seviyorsanız da, kesinlikle seviceksiniz, bazı harflerin üzerine basa basa, vurgulayarak ve gürültülü konuşmaları, telaşları, sizi yormazsa..


Ben bir Türk yönetmenin -Ferzan Özpetek- çok güzel bir şehirde çektiği, bizim kültürümüze hem uzak, hem yakın bir ailenin yaşamından bir kesit izledim. Gösterime girdiği ilk üç günde 500.000 kişi izlemiş, İtalya'da. Nasıl bulduklarını merak etmedim değil :)


Görüntüleri, müzikler çok hoştu. Konusunu her yerde yazdığı için yazmakta hiçbir sakınca yok. Makarna üreticisi (onların deyimleri ile pasta) ailenin Roma'da yaşayan, küçük oğulları eve dönüyor ve başkalarının istediği gibi yaşama düşüncesinde olmadığından, eşcinsel olduğunu ailesine açıklama kararı vermişken, birden kendisi bir süprizle karşılaşıyor. Hem komik, hem dramatikti ailenin verdiği tepkiler.


Bayanlar inanılmaz derece de, hoştu yada hoş doğru bir ifade olmayacak, dişiydi :) Ailenin iki yakışıklı oğlu dışında, evlerine ziyarete gelen diğer erkek arkadaşlarını da, bu katagoriye sokmamız gerekiyor sanırım..
Sevgili, seven, saran olarak iki erkeği görmek, biraz tuhaf hisler uyandırıyor kişi de..her ne kadar filmin içerisinde 2010 yılında, artık bunun bir hastalık değil de, özellik olduğunun altı çizilerek belirtilmiş olmasına, rağmen.
Tüm bunlar yaşanırken, filmin dışında gibi ilerleyen bir başka konu daha vardı. Büyükannenin, yaşamı..O an ezberlemeye çalıştığım ama yine aklımda kaldığı kadarı ile yazabileceğim "nicolas ölürken bile gülümsemeyi öğretti bana" cümlesi ve Sezen Aksu'nun " nergisin, zerenin taç yapraklarında, seninle baharı kutlamaya, geliyorum" şarkısı ile bitiyor.
Not: Filmin müziği de, çok güzeldi.
http://www.fileden.com/files/2010/3/15/2794336/serseri%20mayinlar.mp3

nina zilli - giuliano palma / 50 mila


Not 2 : http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/14244765.asp

26 Mar 2010

kısa kısa söz'ler..






hafif dalgalanırken..
bir akıntıdan
diğerine sürüklenirken;
ya ağlıyor sözler, ya kine bürünüyor
ya hiç işte!
*
lav sıcağında iken, derinlerde
kustuğumda
gam yüklü kara bulut, hasret
*
gözlerimle takip ediyorum
geçip gidiyorlar üzerimden, kanat çırpmalarında
hayat
saklı kuşlar..
duruyor olmaktan, utanıyorum.
*
dün değildi, bugün de değil aslında
bir an
şimdi’nin içinde
o kaçak minik bakış
“aramızdaki üşümeyi”
kaçırdığın anda, düşürdü yüreğime!
*
Kıpırdamaksızın dururken, gölgemle
benden değil, ondan
yükseliyor bir nida
-sessizliğinden ürküyorum
konuş benimle!
Sokulup kendime konuşuyorum
İster-sen dinle!

17 Mar 2010

Rest..



Her sorun,
yağmur tanesi damlıyor tenime..

zırhımın üzerine düştükçe, tek tek
yankısı
büyüyor sessizliğimde..

Bükülüp
acımla kıvranırken içim, korktuğumu sanma
önemseme de kendini!

Ürküten/duraksatan;
cevaplarımla varılan, her bir yeni nokta olsa da

Sen kork, erimeyen buzulları-mı-n önünde
Titremekten!

15 Mar 2010

Cennetimden Bakarken..

Susie Salamon..Sanki, balık adı gibi diye başlıyor anlatmaya.
Ailesi, okulu ve uzaktan hayranlık duyduğu esmer delikanlı ile bakışmaları ile sevdiriyor kendini, 14 yaşındaki küçük kız. Öldürüleceğini de biliyorsunuz ama, nasıl, ne zaman? beklentisi içinizi burkuyor. O sahneler de, ciddi kötü hissettim kendimi. Vahşet gösterilmiyordu, korku-gerilim çok güzel aktarılmıştı. Koşarak uzaklaşmaya çalıştığı sahne ve çığlığı..sanki, o çığlık benim içimde hapis oldu. Sadece, bu bir film diye düşünemedim, o anda. Bedensel kuvvetlerinden güç alarak, cinsel sapkınlıklarını dışarıya taşıran, insan ırkının mensubu o kadar erkek var ki!

Sonra ki, sahneler kızlarını kaybeden bir ailenin, paniği, çırpınışları, üzüntüleri ile sizi sararken, Susie'nin öldüğünü kavraması ve bulunduğu yerin görsel şöleni ile devam etti. Robin Williams'ın tv'de izlediğim bir filmi vardı. İsmini anımsıyamıyorum. Ya kendisi, yada eşi ölmüştü, önce cehennem görüntülerini görmüştük. Sonra cenneti gösteriyordu, büyülü, huzurlu..Tam da, ona benzer, hatta aynısı diyebileceğim görüntülerdi. Bu görüntülerle içiniz aydınlanırken, bir anda, katili ile ilgili hatıralara dönmesi..bu duygu değişiklikleri, bence hoştu.

Yönetmeninin Yüzüklerin Efendisi filmini de yöneten Peter Jackson olduğunu, eve dönüşümde nette araştırma yaparken, öğrendim. Pek başarılı bulunmadığını da, belirtmeliyim ama benim gibi amatör bir gözle seyrederseniz, her duyguya rastlayacağınız bir film izlemiş olduğunuzu anlayacaksınız. Dram, aşk, üzüntü, gerilim, nefret, biraz da çaresizlik..










12 Mar 2010

ne dediğini bilmeden / konuş'ma..




Elin hayalinde, saçlarında dolaşıyor biraz ürkek.
Omuzuna dokunan parmaklarından kalan,
hafif koku yanı başında.
“Yine mi adım adım ona yürüyorsun ?”

Saçlarını savuruyor rüzgar
Hayaller kanat takıp kaçarken senden uzaklara;
Ah sen ne kadar da yalnızsın!

yumduğun avuçlarının arasında,
henüz koparılmış bir papatya; solmasını izleyeceğin.

Ya bahar, umutlar
hani her güne yeniden doğan güneş?
Mırıltı gibi, ninni gibi
yeni bir bahar kapının dışında diyor dinlediğin, her ses.

“Beklemiyorum!
ben, adını harç yapıp
ördüğüm kara duvarlar arasında kala kalıyorum…”

Ah yarının, zindan gibi sessizlik!

10 Mar 2010

rötuş




Şaraptan damlayan kırmızının; kana bürenen tonunda
ruj sürdü kadın…

Rengi solmuş bir dudağın, izlerini kapatmak için
yansıdığı bakışlarda!

7 Mar 2010

İncesaz..





Yer: Cemal Reşit Rey Konser Salonu
Müzik: İncesaz
Solist: Dilek Türkan & Bora Ebeoğlu
İzleyenlerin arasındaki iki kişi : Vili & Mel


45 dk.'lık ilk bölüm derin, ruhu okşayan sözsüz müzikler ile başladı, bitti. Dışarıdaki keskin soğuktan sonra, içerinin ılık atmosferi ile rahatlayan bedene, bir de müziklerin rehaveti eklenince, gözlerim istemsiz olarak ağırlaştı. Albümlerinde ki gibi, solist aralarında dinlemeyi tercih ederdik aslında ama böyle uygun görmüşler sanırım :)


İkinci bölüm, Dilek Türkan'la ve son albümdeki şarkıları ile devam etti. Bora Ebeoğlu'nun elinde cep telefonu ile twitter'a mesaj yazarak çıkması, diğerlerine göre rahat davranışları ve o çok sevdiğim "sesimi duy isterdim" şarkısı ise, çok hoştu. Kısacık eklemeler yapmak istiyorum, bu şiir gibi, şarkı sözlerinden.



Tam Zamanı
söz, müzik: Cengiz Onural

....
Gizemli bir şarkıyı söyler gözlerin
Birer inci tanesi gibi asil ve derin
En mahrem sırrını verirken
Mavi rüyalar ülkesinden

Uykuya tam daldığın andır bu
Ne müthiş ve tuhaf bir randevu

................


Nasıl Olur
söz, müzik: Cengiz Onural

Ne sağa ne sola kayar
Hiç kımıldamadan seni gösterir hep
Şu gönül pusulam
Ama gelince yan yana
Kitlenir kalırım
Edemem bi' kelam

Sana ancak böyle şarkılarımla
Seslenirim o zaman
Kulağın çınlarsa bari sen anla
Başka yolu yok inan

...

Hani bu düş kırıkları
Acıtır canımı, haberin bile yok
Ağlarım içime
Yine gelince ilkbahar
Erguvanlar açar
Gözyaşım yerine





Sesimi Duy İsterdim
söz, müzik: Cengiz Onural

Duruyorsun gecenin ucunda
Hayatın ve ölümün arasında
Gözyaşının bittiği yerde
Kararsız, duruyorsun

Bakışların güneşti daima
Sen bakınca açardı çiçekler
Şimde geceyi almış yanına
Sessizce, bekliyorsun
......
Not: Salonun girişindeki minik kuklaları da unutmamalı:)

5 Mar 2010

Stephenie Meyer / Twilight Serisi..


Aslında, her şey Yeni Ay filmini evde dvd'den izlememle başladı. Nedir, kimdir, ne anlatıyordu ve hatta dünya yıkılıyormuş, gençler fan club'larını kurmuşlar, hiç mi hiç farkında bile değildim. Ben Alacakaranlık filmini izlemek için hazırlanırken, Mel seriyi bir arkadaşından alıp, okuduğunu söyleyince, önce okumaya karar verdim. Bir kaç gün evin içinde bana bakıp durdular, diğer kitabımı bitirmemi beklediler:)
Yemedim, içmedim diyemem ama net, tv, müzik gibi tüm detayları hayatımdan çıkartarak geçtiğimiz haftadan itibaren, dün gece ilerleyen saatlere kadar elimden düşürmeksizin, okudum. Uzun uzun, anlamlı, derin edebiyat bilgileri vermiyor size..hayatı sorgulamıyorsunuz da. Altını çizmeyi düşündüğüm anlamlı cümleler bile yoktu belki ama, bir sonraki sahne için sayfayı çevirme merakınızı da, yenemiyorsunuz. Sahne diyorum çünkü, okurken canlandırıyorsunuz da, bir yandan. Bu kadar soluksuz kalarak, Kızıl Nehirler ve Yüzük Kardeşliği serisi'ni okuduğumu hatırlıyorum.
Dün gece de, uykumda Bella gibi hızlı bir koşu ile mesafeleri kat ederken buldum kendimi. Tamam, bu kadarı da fazla :)
Alacakaranlık..ilk tanışma kitabına uygun ağırlıkta ve oldukça duygusal, romantik.
Yeni Ay..duygu olarak yıkılmış, sevdiği insanın arkasından çekilen büyük acının anlatımı. Kitabın sonlarına doğru, heyecan yükseliyor doğrusu.
Tutulma..tamamen karakterleri tanıdığımız, onların duygularını artık birebir bildiğimiz için belki, daha ilgi çekici.
Şafak Vakti..İlk satırlarından itibaren artan bir gerilim, merak, endişe, heyecan. Bolca duygusallıkta var demeliyim.

1 Mar 2010

yer yüzünden, gök yüzüne!





Ufacık, avuç içlerim
Omuzlarım geniş değil, sandığın kadar
Yük’leme bana
*
Taşıyamıyorum!